Birden yerimden kalktım. Bir bloknot çektim masamdan. Odam karanlıktı daha.
Kalemi el yordamı ile bulamadım. Işığı yaktım.
Başladım yazmaya. Yaşamımı yazacağım. Sabaha daha var. 3 ocak 4’e geçiyor.
Yıl 1970.
Öbür odada karım ve en küçük oğlum Etkin, uyuyorlar. Büyük oğlum Gün ile
ortanca Olgun da odalarında uykuda.
Şimdi gittim üzerlerini örttüm. Her zaman açılırlar, babalarının oğlu
derler. Olgun başını yorgana gömmüş gene. İki gündür bir maymundan söz
ediyor. Ağabeyi, “maymun (sana) bakıyor” demiş. Bu sabah uyandıklarında
onlardan öğrendim. Çünkü sormuştum sabahleyin Olgun’a : “Neden dün gece
başını yastığın altına almıştın? deye. ikisi de gülerek aynı anda
konuşmuşlardı.
Yaşamımı yazacağım. Birden karar verdim bilmiyorum. Biliyorum bilmesine ama
neden olduğunu bir çırpıda söyleyemeyeceğim nedenlerden ötürü öyle demek
zorundayım şimdi.
Artık, nedeni nasılından çıkacak yazdıkça. Bir soruya karşılık olsun diye
değil. Bir şeyi, ya da bir şeyleri açıklığa çıkarmak kaygusundan da değil.
Yazdıkça çıkacak olaylar ortaya.
Evet, benim yıllarım yok. Yok artık. Benim olaylarım var.
Yıllarım olayların arasına saçıldı. Olayları sıraladıkça, birbirine
benzeyenleri topladıkça yıllarım da derlenmiş olacak.
Birinci, büyük, baş ve uzun olayım, “Ev olayım”a, geçmeden önce, şimdiki
durumumu belirtmekte yarar görüyorum.
Şimdi İstanbul’da Bebek’de bir apartmanın birinci batındayım. Boğaz’ın
kenarında, kıyıya elli metre var yok. Bir gemi boyu denizi görüyorum boy
çizgimden. Yazın bunun yarısını yeşeren ağaçlar kapatırmış. Kapatsınlar. Ben
ille denizi göreceğim, görmeliyim demedimdi zaten.
Geçeli bir ay olmadı. Katımız yan daire. Çocukları salondan bahçeye çıkaran
bir kapımız var ayrıca. Onlar çabucak bahçeye kaçıp, suların çamurların
içinde bulanıp halıyı batırsınlar ve annelerini sinirlendirsinler diye
seçmedik bu sessiz yan bahçeli daireyi. Çocukların bahçe ile ilişkileri
sürsün diye seçtik, kiraladık.
Bahçenin önemini söyleyen kim şimdi. O ileride çıkar mı dersiniz.