Öteki Metni Tanımak

Bilge Karasu


Yabancı bir yazan nasıl tanırız? Yabancı bir yazan tanıdığımızı ne zaman söyleyebiliriz? Bilmek ile tanımak hangi durumlarda apayrı anlam taşır? Tanımak ile beğenmek arasında niye bir bağıntı görmek isteriz?

Beni düşündüren sorunu, bu soruların, bunlara benzeyen başka soruların oluşturduğu bir alanda ortaya koymak gerekiyor. "Ötekini nasıl tanırız?" pek elverişli bir başlık olur ama, belirli ipuçlarından yola çıkarak daha dar (çok daha dar) bir bölgede gezinmeyi tasarlıyorum.

Apaçık gibi görünen bir kesinlemeden yola çıkacağım:

"Hiçbir yazın, başka dillere çevrilsin diye oluşturulmamıştır."

Gene de biliyoruz ki her yazında, er geç, bir (birkaç, birçok) başka dile çevrilmiş metinler vardır. Yani, bu metinler, başka bir dil konuşup yazanlarca "ilginç" bulunmuş, kaynak dili bilenlerce okunmakla kalmamış, çevrilmiştir.

Bu noktada daha, sorun karmaşıklaşıyor: Yabancı bir yazarın bir metnini "okumak" (tanımak) ya onu kendi dilinde okuyarak, ya da kendi dilimize çevrilmiş biçimiyle okuyarak gerçekleşir. İki yolu ayrı ayrı ele alıp düşünmemiz gerekir.

Bu söylediklerim, her şeyden önce, dille ilişkili görünüyor... Öyle ya, her yazın, belli bir dilin, evren üzerine, yaşam üzerine, kendi üzerine ortaya koyduğu en görkemli yapıdır. (Dil dışındaki görkemli yapılar çevrilmez; ya yerinde görülür, toplandıkları derlendikleri özel yerlerde görülür, ya değişik yollardan dinlenir... Kültürle ilişkili sözlere sıra gelince konuşulur bunlar, konuşulabilir. Şimdi, çevrilebilen dil alanında kalıyorum.)

En kolay görünen uçtan başlayacağım; çeviri okuyarak yabancı bir yazan tanıyan, tanımağa çalışan okuru düşüneceğim: Bir tanınan bir tanıyanlı durum. (Yazar, burada metnin bir başka adı durumundadır, unutmayalım.) Tanımak isteyen, tanıyan, bir Türk okuru: At; tanınan da İngilizce yazmış, çağdaş bir İngiliz yazan: Bi. İster istemez birini daha katmak zorundayız bu ilişkiye: Çeviriyi yapmış olan Türk (olmayabilir de; ama şimdi işi karıştırmayalım): Çt'yi ...

Bi, yazar olarak a) belli bir geleneğin içindedir, b) büyük bir olasılıkla bu metinden başka şeyler de yazmıştır. ("Gelenek" sözcüğünü, o dilde, o güne dek yazılmış olanların tümünün oluşturacağı varsayımsal bir etki kaynağı anlamında kullanıyorum. Bu etki kaynağına yazarın ne ölçüde uyduğu ya da karşı çıktığı önemli değil; her durumda bu geleneğin içindedir, bu geleneğin oluşturucularından biridir.)

c) (b'ye dayanarak) Hem varolan durumda bir değişiklik (ister değiştirme, ister pekiştirme yolunda) yaratmaktadır; hem, kendi yazdıklarının oluşturduğu durumu değiştirmektedir, söz konusu olan metniyle.

At, okur olarak, okuma konusundaki yazara oranla belki daha belirgin seçimleriyle kendine a) bir okumalar varlığı kurmuştur; okumalarını bu çerçeve içerisinde anlamlandırmaktadır, b) gene bu çerçeve içerisinde kendine kurduğu, yakıştırdığı, benimsediği bir okuma yöntemi/biçimi geliştirmiş, "yazın'', "yapıt", "önem", "değer" üzerine birtakım "kararlar"a varmıştır, c) okuduğu her metnin varolan "durum"u az ya da çok değiştirdiğinin farkındadır.

Çt ise, At'ye oranla, ondan önce davranan biridir, her şeyden önce; üstelik hem okurdur, hem yazardır, okurun karşısına çıkmış haliyle.

(Elbette yazar da okurdur; okur da bir ölçüde "yazar" olabilir. Yazan, yalnız yazarlığını düşünerek, okuru da yalnız okurluğunu düşünerek ele almaya çalışıyorum. Ama Çt, bu iki niteliği bir araya getiriyor.)

Her (ya da bir) yazardan, okurdan, çevirmenden de söz edemem. Olsa olsa, işini "iyice" yapan üç kurmaca kişi koyuyorum ortaya.

Çevirmenin okurdan önce davranıyor olması şu anlamı taşır: Okurun bilmediği bir dili/bir metni ondan önce okumuş (çevirmiş). Dolayısıyla da, okurun, kendi dilinde, birçok işlemden geçmiş (ikinci bir okumanın getirebileceği kimi "kolaylığı" sağlayan)' bir metin okuması olanağı doğuyor. Bir "ilk yorumlama", "ilk anlamlandırma" yapılmış. Daha az yadırganacak, daha "bildik" kalıplar taşıyan bir metin karşısında At...

İmdi sorulan şöyle sorabiliriz: At, ne tanıyacaktır? Hangi ölçü içerisinde neleri tanıdığına karar verebilecektir? Bu "tanıma", tanınanın herhangi bir iletim kaygısıyla ne ölçüde çakışabilir?

At, elbette, tanıdığı ya da tanımadığı bir yazarın tanımadığı bir metni ile tanışacaktır. Bir adım daha geriye götürelim işi: Tanımadığı bir yazarın tanımadığı bir metni ile tanışacaktır. Neleri tanıyacaktır bu metinde? Çözümlememizi çok. hızlandırmak üzere, kabaca, şunları söyleyebiliriz: Önce, daha önceki okumalarının sağladığı edintileri; başka türlü söylendikte, bildiklerini...

At'yi çok "iyi” bir okur olarak düşünüyorum ama At, aynı zamanda "düz” bir okurdur. Okudukları üzerine düşündüklerini eşi dostuyla tartışır ama bu düşünceleri başkalarına iletmeği iş edinmiş değildir; yazar, eleştirmen, yazın tarihçisi, çevirmen, danışman, öğretmen değildir.

At, "bildik öğe"lerden sonra, bir noktada, yadırgayacağı öğelerle karşılaşmağa başlayacaktır. Okumasını sürdürürken, bir yandan yadırgatıcı öğelerden bir bölüğünün bildiklere katıldığını görecek, bir yandan da bu öğelerin hangi "metin (ya da) okuma düzeyi" ile ilişkili olduğunu sezmeğe başlayacaktır. Okuması bittiğinde, Bi artık biraz tanıdığı biridir. Bildikleri açısından At, Bi'yi, bir bölümleme işlemiyle, bir öbeğe (alt, alt-alt öbeğe) sokmağa bakacaktır. Ancak başkalarına benzemeyen özelliklerini hesaba katabilmesi için bir şey daha yapması gerekebilir: Bi'nin bir (birkaç) başka metnini okumak... O zaman, bu benzemezliklerin, Bi'nin metinleri içerisinde, bir sürekliliği (Bi'nin yazısının bir özelliği) olup olmadığına karar vermeğe çalışabilir. Ya Bi'nin, yazar olarak, birtakım özellikleri karşısındadır, ya da, ilk metindeki özellikler yalnız o metne ilişkindir.

("Öğe" ya da "özellik" dediklerimizi, her düzeyde karşımıza çıkabilecek şeyler olarak düşünelim. Bunlar bir yazının, bir kültürün, bir kişinin, bir tek metnin, ya da pek çok yazının [bildiğimiz ölçüde], anlatının, türün öğeleri ya da özellikleridir.)

At için bütün bunlar pek fazla irdelenmemiş, tartılıp ölçülmemiş kalabilir. Aynı yazının çerçevesine girecek, aynı çağa yerleştirilebilecek bir başka metinle karşılaştığında, At, Bi'den edindiklerini de kullanabilecektir.

Anlaşılacağı üzere At'nin, İngiliz yazınından, İngiliz yazınının özelliklerinden söz edebilmesi, bu özellikleri (İngiliz yazınında bulduğu, başka bir yazında daha az gördüğü, ya da hiç rastlamadığı bu özellikleri) önce seçmesi, sonra arayıp bularak seçtiklerini gerçeklemesi için, bu yazına giren birçok metni, birçok yazan okuması gerektiği kadar, bu yazın üzerine, hem bu yazın içerisinde, hem dışında yazılmış birçok başka metni de şu ya da bu ölçüde okuması gerekecektir. At, bu çaba sonunda, gene "düz" okur olarak, İngiliz yazınını (az/çok) tanıyan bir kişi olacaktır. Ancak iş bir başka yazını tanımağa geldiğinde bu bilgisi ona yarar sağlayacaktır ama köstek de olacaktır; hiç değilse bir ölçüde, hiç değilse bir süre...

Ne ki, işler o kıvama gelmeden çok önce, At birçok başka sınırın simgesi haline gelen biriyle karşı karşıya kaldığının farkına varacaktır.

Çt'nin "iyi" bir çevirmen olarak düşünülmesi gerekir. Yoksa çevirinin sayısız sorunu ile uğraşacak halimiz yok burada. Ancak, At'nin karşısındaki durumuyla seçici'dir. Dolayısıyla At, onun seçtiğini okuyacaktır. (Çt'nin seçimi ile işin bitmeyeceğini, bir çevirinin yayımlanması da gerektiğini unutmayacağız; yayımlanması, tanıtılması vb. vb.) Bir okurun, yalnız bir çevirmenin çevirdiğini (çevirdiklerini) okuyacağını da düşünmüyoruz elbet. Bu satırların okuru, lütfen, boşlukları doldurun. Soruna dönelim: Çevrilen metinlerin sayısı, bir değil yüz okuru da ömür boyu doyuracak sayıda olsun, seçimi başkalarının yaptığı, seçeneğin "sınırlı" olduğu yadsınamaz.

(Okur, öğreni kaynaklarına dayanarak, merak ettiği metinler arasında kendi seçimini yapar. Ama bu seçtiklerinin çevirilerini bulup bulamaması sorunu her zaman karşısına dikilecektir.)

Engel, "dil bilmemek" midir? Genişçe bir ölçüde. Ama çok dil bilir de olsak, bu dillerin her birinde bilmediğimiz dillerden yapılmış çevirilere de ulaşsak çok çeşitli, değişik nedenlere dayalı "süzme" (seçme) düzenlerinden ötürü, isteyip ulaşamadığımız metinler hep kalacaktır. "Dil bilmemek", kılgı açısından, sanılabileceği ölçüde sınırlayıcı değildir.

Sınır, her okur için, vardır. Ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı nedenlerden ötürü...

En başa dönelim: Bir yazan tanımakla bir yazın tanınır mı? Hayır! Birkaç yazar okursak? Yanıt, gene, "Hayır!" Yabancı bir yazın konusunda uzmanlık zaten, şimdi burada söz konusu etmeyeceğimiz bir şey... Yoksa sorunu başka açıdan mı ele almalı?

Galiba.

Ama bu işe girişmeden, öbür iki sorunun da bizi hangi güçlüklerle karşı karşıya getireceğine bakalım.

At, yeni bir şeyler "tanıdığına", ancak, bildikleri ile karşılaştırarak, bildiklerine dayanarak, karar verebilir. Başka okurlara, "yazan" okurlara bakarak, bu "tanıdıklarını" sınamağı deneyebilir.

Ama "tanınan"ın iletmek istedikleriyle (istiyor olabilecekleriyle) çakışacak bir tanımadan söz etmesi, At için, düpedüz olanaksızdır. Gerek kuramsal, gerek kılgın, pek çok nedenden ötürü...

Yabancı bir sanatçıyı tanımanın, nasıl bir sanatçı olduğuna karar verebilmenin daha kolay gibi göründüğü bir alan var. Görsel sanatlar, işitsel sanatlar alanında, (gerçi bu bölümlemenin çok güç yapılabileceğini, neresinden tutulursa tutulsun başka bir yerinden fire vereceğini çok iyi biliyorum. Gene de, kabaca, böyle bir bölümleme bir şeyler iletebilecektir diye düşünüyorum.) sözün olsa olsa ikincil önem taşıyabileceği alanlarda, uluslararası kurallara dayalı (kültürler arasındaki sınırlan her zaman aşamasa bile) bir dilden söz edilebilir. Sanatçıyı kişi olarak tanıyabilirsiniz de bu durumlarda; ama, en azından, sözün aracılığını gereksemeksizin...


 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült