Orhan Veli Garip Akımı İle Türk Şiirine Neler Getirdi?

Memet Fuat


Orhan Veli, 1941’de, yeni bir şiir akımının bildirisini getiren Garip adlı kitabını yayımladığı zaman Türk şiiri ne durumdaydı?

Ercümend Behzad Lav ile Mümtaz Zeki Taşkın Batı Şiirinin Gerçeküstücülük, Fütürizm, Kübizm, Dadacılık gibi akımlarından etkilenen şiirler yazmışlar. S. O. S., Kaos, Allo Allo adlı kitaplar yayımlanmış. Serbest Nazım akımının en parlak şairi Nazım Hikmet dostunu düşmanını etkileyen bir başarıya ulaşmış. İlhami Bekir Tez, Nail V. gibi şairler bu akım içinde öne çıkmışlar. İçerik bakımından yepyeni bir sanat anlayışının, devrimci proleter Şiirinin örnekleri verilmiş. Nazım Hikmet yalnızca yazdıklarıyla değil, komünistliği, davalarıyla da günün konusu olmuş. Birbiri ardına yayımladığı kitapları Şeyh Bedreddirı Destanı’ın kadar gelmiş. İlk çıkışının coşkunluğundan, yıkıcılığından yeni bir Şiirin kuruculuğuna geçmiş. Hece ölçüsünün serbest kullanılışı, dizelerin kırılıp merdiven gibi sıralanışı, yüksek sesle, şarkı söylercesine okunan bir şiir derken, Şeyh Bedreddin Destanı’nın “Yağmur Çiseliyor” bölümüne varılmış. Yirmi sekiz yıllık bir cezaya giden yargılanmanın ilk basamaklarında “Bugün pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” diye şiir yazacak düzeye ulaşılmış.

Bir de siyasal görünüme bakalım 1940’ların başında Yeni Türk Şiirinin geleceğe dönük, canlı, durmadan gelişen yönünün öncüsü Nazım Hikmet cezaevindedir. Üstelik de, suçsuz olduğu, kamuoyunca kesinlikle bilinmiyorsa da, seziliyor. Onu bu cezaya çarptıran Şiirinin dışı değil içidir. Savunduğu görüşler, bağlandığı dünya görüşü, açık açık, “Ben komünistim,” deyişi...

1940’ların başında yarı aydınlar Serbest Nazım akımına, daha doğrusu Nazım Hikmet'e sevgi ile bakmakta, komünistlikte direnmesine, VaNû, ya da Şevket Süreyya vb gibi “gerçekçi” bir davranışla Atatürkçülüğe yaklaşmayarak kendini “yakmasına” üzülmektedirler. Küçük kentsoyluların o günlerdeki “gerçekçilik” anlayışı budur. Nazım Hikmet'i çevresindeki sevgi duvarını, aracıları, hatta ölüm döşeğindeki kendi kızlarının yalvarmalarını bile hiçe sayarak suçsuz olduğunu bile bile, cezaevine attıran öfkeli yöneticilerin sanat alanında hiçbir kıpırdanışa göz yummayacakları açıktır.

Yarı aydınların Nazım Hikmet'le birlikte en büyük saydıkları öbür şairler ise Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’dir. Hececiler artık pek sevilmiyor. Serbest Nazım onları iyice arkaya itmiş. Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’i ise siyasa dışı şiir anlayışının büyükleri olarak sevmekte direniyor aydınlar. Nazım başka, o kendine özgü bir şair, ama bilinen Şiirin, yıllar yılı şiir denince akla gelen şeyin en büyükleri Yahya Kemal ile Ahmet Haşim...

Ercümend Behzad Lav’ın, Mümtaz Zeki Taşkın’ın siyasa dışı yeni şiir çabalarına, Batı Şiirini izleyen denemelerine karşın, genel kanı böyle...

Genç sanatçı adayları ise böyle düşünmüyorlar. Kentsoyluların beğenisini sarsmak, yıkmak, şiiri Serbest Nazımla vardığı yerden daha ilerilere götürmek amacındalar. Ama siyasal alanda değil. İçinde yaşadıkları baskı ortamı yeni sanat anlayışlarını daha biçimlenmekteyken, daha bütünüyle ortaya çıkmadan siyasal eğilimlerin dışına çekiyor. Bu bilinçaltı kaymalara yenik düşmemek için, önceden çok hazırlıklı olmak, başka bir söyleyişle, bilinçli toplumsalcı olmak gerek. Ne var ki o yolda da, görünen görünmeyen ellerce hep engellenecek, arkaya itilecek, direnirseniz ürkütülecek, ezilecek, yıldırılacaksınız...

1940’ların başında, gene de, siyasal yönlü çıkışlar olmuştu. Sanatçı toplulukları dergilerde bildiriler yayımlayarak yeni akımlar başlatmak, Nazım Hikmet’in susturuluşuyla boşalan yeri doldurmak istemişlerdi. Belki aralarında sanatsal yetenekleriyle sürükleyici adlar bulunmadığı için, belki de ortama ters düştükleri için ilgi çekemediler.

Sonra Serbest Nazım akımının Nazım Hikmet’le ulaştığı siyasal içeriği “es geçen”, biçimsel yönelişlerini ise, sanki Ercümend Behzad Lav ile Mümtaz Zeki Taşkın daha önce hiçbir şey yapmamışlar gibi, yeniden Batı şairlerine bakarak çizen gençler ortaya çıktı: O günlerde en göze batan yönü, şaşırtıcılığı olan Garip akımı... Bu akım hem sanat anlayışıyla siyasa dışı kaldığından yöneticileri tedirgin etmiyor, hem de biçimsel devrimciliği, tehlikesiz halkçılığıyla, bir baskı döneminin eziklik içinde yaşayan küçük kentsoylu sanatçılarına, ilerici eğilimlerini bir oranda doyurarak, soluk alma olanağı veriyordu.

1941’de Orhan Veli’nin çıkardığı Garip adlı şiir kitabının başında bir bildiri vardı. Sonraki sayfalarda ise, kendisinden başka, Oktay Rifat ile Melih Cevdet'in şiirleri yer alıyordu. Örnekleri verilerek yeni bir şiir anlayışı öneriliyordu. Orhan Veli’ye göre şiirdeki bütün “hudutlar” aşılmıştı artık. Ölçü, uyak, imge, ses, müzik, hiçbir şey sınırlamıyordu şiiri. Şiirin özüne varmak istiyordu bu genç şairler...

Bildirinin en önemli yanı, bence, adı anılmadan, Nazım Hikmet’e bir sataşmada bulunulmasıydı. Önemli olan eski sanat araçlarıyla, bir sınıfın davasını savunmak değil, o sınıfın beğenisini bulmaktır deniyordu. (Aslında bu konu bütün yaşamı boyunca Nazım Hikmet’i ilgilendirmiştir. Ama Nazım sorunu başka türlü koyuyor, bir sınıfın beğenisini aramanın o sınıfın davasını savunmaya engel olmadığını düşünüyor, eski yeni, bildiği bütün şiir araçlarını bu yolda kullanıyordu.)

Böylece, Garip’çiler için siyasal sorun çözülmüş, halktan kopmadan, cezaevi tehlikesi atlatılmış oluyordu. Bir sınıfın beğenisini aramak gibi çok önemli bir amaç, daha geniş bir deyimle “halkın” davalarını savunmayı üstlenmemenin “mazereti” olarak ileri sürüldüğü için, basit bir kaçamak yolu durumuna düşmüştü. Ama bu, kabul etmek gerekir ki, o günlerde, halktan yana olmak eğilimi taşıyan genç şairlerin sarılabilecekleri en kandırıcı “mazeret”ti. Başkalarını değil, kendilerini kandırmak için... Halkın beğenisini aramanın, halkın davalarını savunmaya engel olup olmadığı sorununun konu bile edilmemesi gerektiği, o günkü ortamda, konuşulmadan, tartışılmadan biliniyordu.

Garip akımı, 1940’larda, halkçı, devrimci, ama “gerçekçi", yani nelerin yapılıp nelerin yapılmaması gerektiğini çok iyi bilen küçük kentsoylu sanatçıları kısa sürede etki alanına aldı. Siyasal yönden sakıncalı olmayan, alaya alınması, fıkralara sokulması kolay, üstelik de okurların şaşırtılma özlemlerini büyük oranda karşılayan bu akım birden gazetelerde günün konusu oldu. Orhan Veli ince alaycılığı, gırgır reklamcılığıyla işin üstüne üstüne gitti. Gazetecilerle oynadı...

Garip akımı bir sınıfın (ya da halkın demek daha doğru bu akım için) beğenisini ararken, küçük kentsoyluların alt tabakalarla birleştiği yerlerde dolaştı. İşçilere yaklaşamadı. 1940’ların ikinci yarısında, köylülerin eldeki sanat ürünlerinden yola çıkarak köylü beğenisini çağdaş kentsoylu sanatının verileriyle yeniden değerlendirme denemelerine yönelindi. 1950’lere girerken ise, “yalnızca halkın beğenisini aramak” görüşünden ayrılındığı, bu akımın sürükleyici sanatçılarında da halkın davalarını savunma özleminin çiçeklendiği görüldü. Aslında, bu bir su yüzüne çıkıştı. Ortam görece elverişli bir duruma gelince, Garip bildirisinde Nazım Hikmet'e karşı savunulan yanlış görüş bir yana itilivermişti. Orhan Veli ile Melih Cevdet hece ölçüsünden, eski şiir araçlarından yararlanan çok güzel örneklerle halkın davalarını savundular. Oktay Rifat da bu kavgaya Batı Şiirinin en aşırı örnekleriyle eski Türk söz ustalıklarını birleştirerek katıldı.

1940’larda genç şairlerin Garip akımıyla karşı çıktıkları sanatçılar, sanıldığı gibi, Nazım Hikmet değil, Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’di. Onların yarı aydınlarda sürmekte olan etkilerine son vermeye çalışıldı. Eskiden yapılmış her şeye karşı çıkıldığı dönemlerde bile, Nazım Hikmet hep ayrı tutuldu.

Ama yukarda sözünü ettiğim “mazeret” aranışı, bir de, “Siz ne yenilik getirdiniz ki!” diye kendilerini küçümseyenlerle tartışırken Serbest Nazım akımını önemsemez tavırlar takınmaları Garip’çileri Nazım Hikmet’e karşıymışlar gibi gösterdi.

Serbest Nazım akımı ile Garip akımını karşılaştırırken, bu akımlara öncülük etmiş sanatçıların en başarılı dönemlerini düşünmek yanıltıcı olur. Sanatçılar gelişip kendilerini buldukça akımların sınırlarını aşarlar. Ne Nazım Hikmet’i Serbest Nazım akımına sığdırabiliriz, ne de Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’i Garip akımına. Örnek vermek gerekirse Memleketimden İnsan Manzaraları Serbest Nazım akımı içinde, ya da Troya Önünde Atlar Garip akımı içinde düşünülemez.

Serbest Nazım deyince Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’na kadar olan dönemini, İlhami Bekir Tez’i Nail V.’yi, Ercümend Behzad Lav ile Mümtaz Zeki Taşkın’ın da 1940’tan önce yazdıklarını hatırlamalıyız.

Garip akımı ise Orhan Veli’de Destan Gibi, Oktay Rifat’ta Aşağı Yukarı, Melih Cevdet’te Telgrafhane ile son bulur.

Bu bakımdan, Serbest Nazım akımıyla Garip akımını karşılaştırmak, diyelim Nazım Hikmet’le Orhan Veli’yi karşılaştırmak anlamına gelmez.

Önce bu iki akımın doğdukları ortamlar arasındaki benzemezliklere değinelim.

Siyasal açıdan Serbest Nazım akımı belki bir kırıklık, umulanı elde edememe ortamında doğmuştur, ama umutsuzluk söz konusu değildir. Bir oranda sevgiye dayanan, sanata karşı oldukça hoşgörülü bir baskı vardır. Memleketin yönetimini bütünüyle elinde tutan, karşı çıkılan, dolayısıyla korkulan kişi, aynı zamanda bir kurtarıcı olarak sevilen, üstelik de sanattan anlayan bir insandır. Serbest Nazım akımının en parlak günlerinde, siyasal eylemleriyle başı derde giren Nazım Hikmet’i alttan alta koruduğuna inanılır. Garip akımı ise, bu gibi duygusallıklara hiç düşmeyen memleketi savaşa sokmamaktan başka bir kaygısı olmayan, iç çekişmeleri kökünden kazıyıp atmak isteyen, ödün vermez bir

Milli Şefin baskı ortamında doğmuştur. Umutsuzluk büyük oranda söz konusudur. Dünyada savaş vardır. Nazım Hikmet gene cezaevindedir. Üstelik bu kez bağışlanacak gibi de görünmemektedir. “Önce ekmekler” bozulmuştur, “sonra her şey...

Sanatsal açıdan benzemezliklere gelince. Serbest Nazım akımı bir değişikliği bekleyen, “hazır” bir ortamda doğmamıştır. Dizeleri kırmanın, ölçüyü serbestleştirmenin tutup tutmayacağı belli değildir. Serbest Nazım akımının ne Batı’dan esinlenen Ercümend Behzad deneyi, ne genç Sovyet şairlerinden esinlenen Nazım Hikmet deneyi, daha önce yapılmış benzer deneylerin başarılarından hız almamıştır. Garip akımı ise, bir değişikliği bekleyen, “hazır” bir ortamda doğmuştur. (Serbest Nazım akımının, daha doğrusu, Nazım Hikmet’in başarısından sonra, bu tür girişimlerin sanat alanında ilgiyle karşılanacağı açıkça bilinmekteydi.)

İki aklından birinin “hazır” olmayan, öbürünün “hazır” olan ortamlarda doğmaları, yayılma güçlerini belirleyen önemli bir etkendir. Serbest Nazım akımı çevresine çok az şair toplarken, Garip akımı birdenbire yayılıvermiş, aşağı yukarı bütün genç sanatçıları etki alanına almıştır. Bu duruma yol açan çok önemli bir başka etken de Serbest Nazım'ın bir yönüyle siyasal tehlikeler önermesi, Garip’in ise bu tehlikeleri baştan yok etmesidir.

İki akım arasındaki en önemli ayrılık içeriktedir denebilir. Ama bunu söylerken yalnız Nazım Hikmet, İlhami Bekir Tez, Nail V düşünülüyor. Serbest Nazım akımının bir de öbür kolu var. Ercümend Behzad ile Mümtaz Zeki Taşkın için de aynı şey söylenebilir mi? Siyasal açıdan belki söylenemez, ama onların da içerik bakımından Garip’çilere yakın durmadıkları bir gerçek. Orhan Veli, “Birtakım ideolojilerin söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiçbir yeni ve san’atkarane hamle yoktur,” derken, nasıl Nazım Hikmet'i düşünüyorsa, “Surrealisme’le, burada bahsettiğim iştirakler haricinde hiçbir alakamız olmadığı gibi herhangi bir edebi mekteple de bağlılığımız mevcut değildir,” derken de, Ercümend Behzad ile Mümtaz Zeki Taşkın'ı düşünüyor olabilir. Aslında Garip akımının Nazım Hikmet’e uzaklığı çok açıkça görülmektedir. Serbest Nazım akımının Nazım Hikmet’i ile Garip akımının Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’i arasında büyük ayrılıklar var. Batı’dan kaynaklanışlarıyla Garip’çilerin Ercümend Behzad ile Mümtaz Zeki Taşkın’a yakın düşmeleri gerekirdi. Ama böyle bir yakınlık da yok. Bunun nedenleri üzerine düşünürken şu gerçek ortaya çıkıyor Ercümend Behzad ile Mümtaz Zeki Taşkın Batı’daki şiir akımlarını izlemişler, onlardan etkilenerek yazmışlardır. Garip’çiler ise bu akımlardan pek etkilenmemişler, “bir edebi mekteple bağlılık” kurmak istememişlerdir. Onların Batı’da ilgisini çeken asıl Uzak Doğu şiiri olmuştur. Garip’teki şiirlerin çoğunda Hay-Kay havası vardır. Kesinlikle görülüyor ki, Ercümend Behzad ile Mümtaz Zeki Taşkın’ın deneyleri Garip’çilerin pek ilgisini çekmemiştir. Nazım Hikmet’le de içerik bakımından temelden ayrılıyorlar.

Yalnız şöyle bir durum var Orhan Veli’ye göre, “Her şey gibi şiir de”, “yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda” bulanların “hakkıdır ve onların zevkine hitap edecektir.” Gerçi onların “ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak” görevi yüklenilmiyor, ama emekçilerin beğenisini aramak, bulmak, “sanata hakim kılmak” özleminde, Nazım Hikmet’le birleşiyorlar.

Bu noktada içerik bakımından bir benzerlikleri olması gerekmez mi?

Aslında Orhan Veli, adını vermeden, Nazım Hikmet’e karşı o çıkışı yaparken, şunu söylemek istiyordu Bugüne kadar bilinen kalıplarla, kentsoylu sanatının etkilerinden kurtulamadan, emekçi sınıfının davalarını savunanlar oldu. Nazım Hikmet de onlardan biri. Ama bu önemli değildir. Önemli olan kentsoylu sanatının etkilerinden bütünüyle sıyrılmak, yapıyı temelinden değiştirmek, emekçi sınıfının beğenisini aramak, bulmak, “sanata hakim kılmaktır.”

Bu aranışta Orhan Veli, karşı çıktığını sandığı Nazım Hikmet’in yanında yer almaktadır. Çünkü Nazım Hikmet bütün sanat yaşamı boyunca kentsoylu sınıfının beğenisinden kurtulup emekçi sınıfının beğenisini aramak, bulmak, “sanata hakim kılmak” için savaşmıştır. Anlaşılan, Orhan Veli’ye göre, Serbest Nazım döneminde yazdıklarıyla Nazım Hikmet bu yolda bir başarı elde edememiş, hatta böyle bir kaygısı olduğunu bile gösterememiş.

Yıllar sonra, Nazım Hikmet'in de kendi ilk şiirlerini bu açıdan eleştirdiğini biliyoruz. Böylesine güç bir işi başarmak elbette kolay değildir. Nitekim Orhan Veli de, arkadaşları da, bu yolda önemli bir başarı elde edemediler.

Türk Şiirine emekçilerin beğenisini getirmek, sonraki dönemlerinde gene Nazım Hikmet’in gerçekleştirdiği bir görev oldu. Bir de bu açıdan Rıfat İlgaz'ı değerlendirmek gerekir.

Serbest Nazım akımı ile Garip akımını, yani Nazım Hikmet, İlhami Bekir Tez, Nail V., Ercümend Behzad Lav, Mümtaz Zeki Taşkın’ın 1940’tan önce yazdıklarıyla, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’in 1940’ların ilk yarısında yazdıklarını karşılaştırırsak, aralarında benzerliklerden çok ayrılıklar bulunduğunu görürüz.

Biçimsel yönden en önemli benzerliği nedir bu iki akımın?

Aruz ya da hece ölçüsüne bağlı kalmamaları, bilinen uyak düzenlerine uymamaları. Bu ortak özellik uzaktan bakanlara iki akım arasında büyük bir benzerlik varmış izlenimini veriyor. Oysa pek yok.

Serbest Nazım’da hece öğeleri, kalıplara bağlı kalmayan bir anlayışla da olsa, daha çok kullanılıyor, biraz dikkat edince hemen görülüyor. Ritim, uyum, üstüne düşülen, şiirde bulunması özlenen şeyler. Uyak yeni bir anlayışla ele alınmış, ama çok önem verilen bir öğe, sırasında Şiirin en ilginç yönü oluveriyor.

Garip akımında ise hece ya da aruz ölçülerinin izlerini görmek çok daha zordur. Gerçi Nazım Hikmet “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” dizesinde aruz izi bulunduğunu söyler, ama bunu okurun görmesi olanaksızdır. Ritim, uyum, bu akımın karşı çıktığı, bütünüyle kurtulamamış da olsa, benimsemediği şeylerdir. Uyaktan da elden geldiğince kaçınılır, dize sonlarında seslerin uymasına değil, uymamasına çalışılır.

İki akım arasındaki çok önemli bir ayrılık da ses tonlarındadır. Serbest Nazım yüksek sesle, şarkı söyler gibi okunacak şiirler getirmiştir. Şair yazarken de Şiirini yüksek sesle okuyarak, yani seslendirerek yazar. Günü gelince, büyük alanlarda, yığınlara okunacaktır bu şiirler. Garip akımı ise Şiirin seslendirilmesine kesinlikle karşıdır. Alçak sesle düpedüz okunmasını bile istemez. Şiire bakılacaktır. Şiir kulak için değil, göz içindir. Bu anlayış Batı’da harflerle resim yapma aşırılığına dönüşmüştür. Garip akımının hu yönü yoktur. Göz içindir derken, Şiirin seslendirilmeden, içten okunması isteniyor, o kadar.

İki akımın ortak görünen bir yanları eski anlamıyla “şairane”den kaçmaları, şiire konuşma dilini sokmak amacını gütmeleridir. Şiire konuşma dilini sokmak aslında yeni bir şey değildir, daha önceki şairler de bunun başarılı örneklerini vermişlerdir. Yalnız Serbest Nazım akımı ile Garip akımı şairleri bu işi arada bir değişiklik olsun diye uygulamadılar. Şiiri bütünüyle konuşma dilinin içine aldılar, ayrı bir şiir dili olmamalıdır dediler. Ne var ki iki akım arasında bu konuda da önemli bir ayrılık görülüyor.

Serbest Nazım akımının özellikle Nazım Hikmet kolu konuşma dili derken, kendi evlerinde konuşulan dili değil, emekçilerin konuştuğu dili düşünüyorlardı. Bu dili arama çabası onları argoya, açık saçık sözcüklere, yer yer de kabadayı ağzına götürdü. Nazım Hikmet emekçilerin konuştuğu dili, Serbest Nazım döneminde değil, ancak sonraki dönemlerinde şiire sokabildi. Özenti bir dil yaratmanın tehlikelerini gördü, toplumumuzun her sınıftan insanını şiirlerinde kendi dilleriyle yaşatmak başarısını gösterdi. Emekçilerle bir ilgisi bulunmayan kabadayı ağzından ise kesinlikle uzaklaştı.

Garip akımı ise sokaktaki sıradan insanın konuşma diline özendi. Emekçi sınıfına çok yakın bir yerlerde duran küçük kentsoyluların, sessiz, ezik, dertli insanların dilini benimsedi. Bu dertliliğin içine küçük mutluluklar serpiştirdi, ama umutsuzluk hep egemendi.

Yüksek sesle, yer yer kabadayı ağzıyla, yığınlara gelecek güzel günleri muştulayan, umutlu bir kavga şiiri getirmişti, bir koluyla, Serbest Nazım. Garip akımı ise umutlu bir dil aramak gereğini duymadı, boyun eğen, ezik insanların, küçük insanların diliyle yetindi.

İki akım arasındaki çok önemli bir ayrılık da şudur

Ercüment! Behzad Lav ile Mümtaz Zeki Taşkın Batı şiirlerinden etkiler alırken ulusal havadan çok uzaklara düşmüşler, uluslararası bir Şiirin çerçevesine girmişlerdi. Nazım Hikmet de Serbest Nazım döneminde yazdıklarında ulusallıktan özellikle kaçındı. Gerçi o döneminde de şiir geleneğimizden çok yararlandığı açık bir gerçektir, ama bağlandığı dünya görüşünün etkisiyle, Şiirini uluslarüstü bir düzeye çıkarmak özlemini duyuyordu. Kişilerine yabancı adlar taktı, onları bir ülkenin insanı olmaktan kurtarıp uluslarüstü insanlar durumuna yükseltmek istedi. Çeşitli ulusların işçileri kendi ülkelerinin sömürücü sınıflarından çok birbirlerine yakınlık duyduklarına göre, uluslararası örgütlerde birleşip dünya çapında bir kavgayı yürüttüklerine göre, sanatta da ulusal bağlardan kurtulunmalıydı. Nazım Hikmet bu görüşün Marx’çı açıdan da yanlış olduğunu, insanın içinde bulunduğu toplumla birlikte, toplumsal ilişkilerinden soyutlanmadan ele alınması gerektiğini 1940’lara doğru anladı. Serbest Nazım döneminde yazdıklarını sonraları bu yönden de açık açık eleştirdi.

Garip akımı ise şiir geleneğimizden yararlanmadı, Uzak Doğu'dan gelen yabancı bir şiir anlayışının etkisinde kaldı. Ama bizim toplumlunuzun emekçilere çok yakın duran küçük kentsoylu kesimlerinden insanları anlattı. Yani ulusal bir şiire yöneldi. İnsanların geleceği üzerine düşünceler getirmedikleri, birtakım özlemler çekmedikleri için, Garip şairlerinin bu alanda bir savrulmaları olmadı. Ulusal bağlardan kurtulmanın önemini anladıkları toplumsalcı dönemlerinde ise, Nazım Hikmet deneyi yaşanmış, soruna nasıl bakılması gerektiği konusunda sağlıklı düşüncelere varılmıştı.

Bu iki akım arasındaki önemli bir ayrılık da Serbest Nazım’da Şiirin öykü, hatta romanla yakın bir ilişkiye girmesine karşılık, Garip’çilerin buna hiç yanaşmamış olmalarıdır. Onlar şiiri süreli bir anlatım aracı saymadılar, hep ilginç, ince alay dolu yaşam parçalarının şipşak fotoğraflarını çektiler.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült