Okuma-Yazma İlişkisi

Emin Özdemir & Adnan Binyazar


Okuma, yazma gücümüzü besleyen temel kaynaklardan biridir. Başkalarının gözlem ve yaşantılarını paylaşma, kişisel dünyamızın sınırlarım zorlama, okumayla gerçekleşir. Her şeyden önce, içinde bulunduğumuz zamanı aşma olanağını sağlayarak bizim, dünyayı anlama gücümüzü arttırır. Sözgelimi, Sokrates’in Savunması’nı okuyan bir insan, o günün düşünce düzeyini tanır, o düşünce düzeyi içinde yaşar, kendini eleştirir. Bunun gibi, bir Camus’u, bir Sartre’ı okuyarak da çağdaş insanın en gerçek sorunlarını, evrensel dram’ım öğrenir. Giderek geçmiş çağlarla kendi çağı arasında düşünsel bir köprü kurar çağdaş insan.

Okuma, düşüncelerimizi tanıma ve onları yansıtma olanağını da sağlar. Bir yandan yazarın düşüncelerini kendi düşünceleriyle bağıntılarken, bir yandan da dil gücünü geliştirmiş olur. Bundan da öte, onda, bir güzel söyleme, güzele varma isteği uyanır. Çünkü okunanı anlama, aslında, yazarın düşüncelerini, kendi sözcüklerimizle yeniden biçimlendirmedir. Bu biçimlenme, doğal olarak dil ve anlatım gücümüzü de geliştirir.

Yazmak isteği duyan her insan, düşünce ve dil gücünü beslemek için sürekli olarak okumak zorundadır. Ama hangi tür bir okumayla bu dil ve düşünce gücü kazanılır? Bunun için kesin ve tek bir yol gösterilemez. Ancak tek bir şey söylenebilir: Değişik yazı türleri, değişik okuma yöntemleri gerektirir. Sözgelimi bir roman ya da öykü için uygulayabileceğimiz bir okuma yöntemini, bir düşün yapıtı okurken uygulayanlayız. Kaldı ki, birimiz için geçerli olan bir yöntem, başka birimiz için geçerli olmayabilir. Bu yönden, her okur, gerçekte, kendi okuma yöntemini kendisi yaratır. Bununla birlikte hangi yöntemi uygularsak uygulayalım, şu sorulan gözönünde bulundurmamız yararlı olur:

1.       Okuyacağımız yapıtın konusu nedir?

2.       Bu konu üzerinde birtakım ön bilgilerim ya da eleştirel anlamda düşüncelerim var mı?

3.       Yazar, neyi vermeyi amaçlıyor? Bilgilerimizi mi artırmak, bizi bir düşünceye mi inandırmak, bir yaşantı içine mi sokmak istiyor?

4.       Yazarın savunduğu ana düşünce ya da ana duygu nedir?

5.       Bu ana düşünce ya da ana duygu, nasıl bir yapısal bütünlük içinde veriliyor? Başka bir söyleyişle yazar, nasıl bir düşünce yöntemi uyguluyor?

6.       Yapıtın dil ve anlatan özellikleri nelerdir?

7.       Yapıtın yaşamamıza katkısı ne oluyor? Yeni bir düşünce mi, yeni bir gerçek mi, düşüncede yeni bir yöntem mi, yeni bir karakter anlayışı mı, yoksa insan yaşantısı üzerine derinliğine bir anlayış mı?

Yukarıdaki sorulan, uygulanmaları yönünden değerlendirelim. Birinci soru oldukça kolaydır. Doğal olarak, her yazı ya da kitabın bir konusu vardır. Bu konu, değişik olay, düşünce ya da durumla ilgili olabilir. Doğu Anadolu’nun Düzeni; ülkemizin toplumsal yapısı, çağdaş düşünce akımları gibi çeşitli alanların kapsamına girer. Bu bakımdan, yazarın neyi ele aldığını kolayca kestirebiliriz.

İkinci soru kolay gözükmekle birlikte zordur da. Bu soruyu yanıtlama, okuyucunun kendi bilgi dağarcığına gerçekçi bir tutumla bakmasını gerektirir. Çoğumuz bu konuda nesnel olamadığımız için, kulaktan dolma bilgileri, genel kültürümüzün bir parçası sayarız. Okuduklarımızı bu kulaktan dolma yüzeysel bilgilerle değerlendirmeye kalktığımız için, yanılmaların çıkmazından kurtulamayız. Bunun için de önyargılarla davranmamalı, birtakım gerekli sorularla konuya eğilmeliyiz. Diyelim ki Doğu Anadolu’nun Düzeni adlı yapıtı okuyacağız, öncelikle şu türden sorularla bilgilerimizi değerlendirmeliyiz :

•        Doğu Anadolu hakkında neler biliyorum?

•        Yazarın, görüşlerini yoğunlaştırdığı konu hakkında neler biliyorum?

•        Bildiklerimle, yapıtta öne sürülen düşünceler arasında bir bağlantı var mı?


Kuşkusuz bu sorulan yanıtlayabilmemiz bizi, söz konusu yapıtı okumaya zorlayacaktır.

Üçüncü soru da kolaydır bir bakıma. Öğretici yapıtlarda yazar, genellikle önsöz'de ya da giriş bölümünde amacım belirtir. Bu amacını gerçekleştirmek için çeşitli yolları deneyebilir. Bir yandan bilgi verir, bir yandan yoğun bir düşünce ortamı yaratır, bir yandan da kanılarımızı ve davranışlarımızı etkilemek için bizi, bir yaşantının içine sokar.

Roman, öykü, şiir, oyun gibi sanatsal yapıtlarda, yazan, yazmaya iten amaç daha da karmaşıktır. Bu tür yazılar, genellikle yaşamın tadına ve anlamına vardırmayı amaçlar. Sözgelimi İnce Memed romanım okurken kendimizi, ilginç bir eylemin içinde unutuyor, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Ama yazarın ereği yalnızca bu değildir. Bunun yanında insan güdülerini, sorularını tanıyor, onun, baskılar karşısındaki başkaldırısına tanık oluyoruz.

Dördüncü soru bizi, okuma süreci içinde etkin bir durumda tutar. Kimi yapıtlarda yazar, savunduğu ya da benimsetmek istediği düşünce ve duyguyu açıkça ortaya koyar. Bu, onun, konuya bir yorum getirişidir. Bu yorumu, okurun, kendi sözcükleriyle yeniden anlatması gerekmektedir. Şu tür sorular, yazarın yorumunu anlamamız ya da kavramamız için bize ipuçları verebilir:

•        Yazar, insanoğlunun iyi ya da kötü davranışları üzerinde nasıl düşünüyor?

•        Kişinin, çevresi ve toplumla ilişkilerini nasıl görüyor?

•        Yazarın çizdiği karakterler, kendi özel yaşantılarının sorumluluğunu duyuyorlar mı? Yoksa bu karakterler, dış baskı ve etkilerin kurbanı mıdırlar?

•        Yapıt, genel havası yönünden, güldürücü, ağlatıcı, yerici, alaycı ya da ağırbaşlı... gibi niteliklerden hangisini taşıyor?

Bunlar ve benzeri sorular, sanatsal yapıtların (roman, öykü, oyun, şiir) anafikrini saptamamıza yardım eder.

Beşinci soruyu açık seçik yanıtlayabilmemiz, yapıtın them ya da anafikrini kavramamızla ilgilidir. Anafikrin ışığı altında şu sorulardan da yararlanabiliriz :

•        Düşünceler arasında nasıl bir bağlantı ve çağrışım kurulmuştur?

•        Düşüncelerin geliştirilmesinde tartışma ve açıklama yöntemlerinden hangisi uygulanmıştır?

Altıncı soru, bir yapıtı değerlendirmede oldukça önemlidir. Dilini anlayamadığımız bir yapıtın düşüncesini de anlayamayız. Dil ve anlatımı değerlendirmede yazarın cümle düzeni, sözcükleri seçimi ve kullanışı, bu kullanıştaki özgürlük, üzerinde duracağımız noktalardır. Bunları, yapıtın bütünlüğü içinde düşünmeliyiz.

Yedinci sorunun karşılığı, yukarıdan beri söylenenlerin derli toplu bir özeti olacaktır. Çünkü bir yapıtın yaşamımıza katkısı tek yönlü değildir. Bununla birlikte yapıtı, kendi açımızdan da görmemiz gerekir: Yapıtın bize verdiği ya da kişiliğimize kattığı nedir?

Görülüyor ki okuma, belirli ve bilinçli bir tutum takınmamızı gerektiren bir süreç’tir. Okumanın düşünme, duyma, anlatma gücümüzü geliştirmesi, bize eleştirel bir anlayış kazandırması, yukarıda belirttiğimiz tutum’la gerçekleşir.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült