Necati Tosuner: Edebiyat Nerede Doğar?

Semih Gümüş


Necati Tosuner'inki dilin yalnızca yalın hali değil. Onun tutumu, dili yalınlaştırırken yoğunlaştırma, deriştirme, derine çağırma biçiminde anlatılabilir. Elbette damıtılmış, Şiirsel bir dildir de bu.

EDEBİYAT, bazen insanın iç dünyasının derinliklerine yapılan büyük yolculukların suları gibidir; bazen insandan uzaklaşır, giderek insana karşı duran bir nesnel duruma ait olur, diklenir; bazen nesnelerin sesine dönüşür, nesnelere dayalı kurgular içinde yaratır dünyaları... İnsanın karmaşık hallerini bütün yoğunluğuyla yaşayan dil içinde varolacağı atlanırsa, ne kalır bu edebiyattan geriye? Yanıt yerinde zamanın erittiği sayısız yapıt duruyor.

Dili, dolayısıyla Türkçeyi edebiyatın yaratıcısı olarak alan yazarlar, önünde ya da sonunda, edebiyatın gizlerine ulaşırlar. Dilin bir ucundan tutup söktükçe çözülen gizlerin ördüğü yumak, yazarın kendine özgü oluşunu simgeleyen bir kütle olarak gelmez mi önümüze?..

Necati Tosuner, edebiyatın bendeki olumlu yüzüne tanıklık eden öykücülerden. Kendi yumağını çoktan ördü, üstelik bir zamanlar yalnızlığıyla özdeşleşen kabuğunu da kırdı. Kambur ve Öncesinden Sisli ve Sonrasına, epeyce bir aradan sonra gelen Bir Tutkunun Dile Getirilme Biçimine, şimdi Güneş Giderken e, kendine özgü bir yazı dünyasının izini kazıdı. Kazıdı, derken, onu sert sözcüklerle anlatmanın tedirginliğini duyuyorum. Kısa, kısacık tümcelerden; tümce anlam biçimine sahip sözcüklerden; dilin kemiğinden ayırdığı dil biçiminden yumuşak, çağrışımlara ve belirtilere alıp verdiği her solukta yeni renkler taşıyan, yumuşak bir dil yapısı kurdu Necati Tosuner.

Yazara özgü yanlara açık olan bir okuma biçimi vardır. Kısaca, yazarın nasıl anlattığıyla yoğun bir iç içelik içinde oluşan, çözümleyici, kurmaca dünyanın derin yapısına soyutlamalarla dalıp giden bir eleştiri anlayışı. Necati Tosuner’in kendine özgü yanlarına eğildiğimde de görüyorum: kulaklarımda bile onun dilinin ritmini ayırt edebilirim. Güneş Giderken, ilk kitabı Özgürlük Masalı ndan (1965) otuz üç yıl sonra yayımlandı; bu duyguyu gene taşıdığımı görüyor, Necati Tosuner’in öykülerinin kendine özgü tatlarını ayırt edebiliyorum.

Güneş Giderken deki öykülerini oluşturan dil gene dolambaçsız, ama dolayımlı anlamlar üretiyor. .. Sıradan sözcüklere yüklediği anlamları açıklamaya hiçbir zaman gönül indirmez Necati Tosuner. İlk öykü “Ayten’in Kerem’li Öyküsünün ilk paragrafı demek istediğimi anlatıyor:

“Dün değil, dünden önceki dün. Burada, apartmanın önündeki duvarda oturdum, sokağa baktım. Kedilere, köpeklere, arabalara, kamyonlara baktım. Bakkal İsmet Amca, Manav Ali ile kavga etti. Kötü kötü konuştu. Manav Ali de yumruk attı. Televizyon gibi. Yok, polisler gelmedi.” (s. 9)

Anahtar tümce: Televizyon gibi. Dilin buradaki denli yalınlaştırılmasını, kötüye yol açabileceği çekincesiyle benimsemeyenler de var. Onları haklı çıkaran kötü örneklerle karşılaştığımız her yerde kaygılarını anlıyorum. Şu var ki, Necati Tosuner’inki dilin yalnızca yalın hali değil. Onun tutumu, dili yalınlaştırırken yoğunlaştırma, deriştirme, derine çağırma biçiminde anlatılabilir. Elbette damıtılmış, Şiirsel dildir bu. “Öteye geldi, beriye gitti” türünden, anlamı hiçe vuran bir dil boşluğuna düşmemek için gösterdiği titizliği de düpedüz örnek alınabilir. Televizyon gibi: sokağı yoğunlaştıran bir tümce : sıradan yaşantının (Necati Tosuner’in bütün anlattığı) iç devimine olumsuz olanın karışması : bir öykü için gerekli ve yeter dil biçiminin örneği...

“Ayten’in Kerem’li Öyküsü” Necati Tosuner’in huyuna suyuna uygun bir öykü. Kendi kişiliğiyle kolayca özdeşlenebilecek bir yazı dünyası olduğunu okurları bilirler. Kendini kanatarak yazdığı öykülerin okurda acı bir tat bırakmaması olanaksız. Dışarıdaki yaşamı, sokaktaki insanların iç dünyalarına sızarak yansıtır. Görünürdeki hallerden kişilikleri çiziverir. Hem yazının suskuları içine gömdüğü derin yapıyı usulca verir, hem de okuru zorlamadan, ama kendi özenini göstermesini bekleyen ustalığını sezdirir...

Sık sık görsel bir dil kullandığı görülür. Örnekse, gene ilk öyküden:

“Karşı apartmanda Gökhan bahçeye çıktı. Sokağa çıkmadı. Annesi yasaklamış. Bahçede bisikletine bindi. ‘Gelsene...’ diye beni çağırdı. Ben de oraya gitmedim. Kendi binsin...”

Bu dil görseldir: sokağın hali neredeyse usta bir yönetmenin göz derinliği içinden yansımıyor mu bize? Öykünün başından Funda ile küçük Kerem’in karşılıklı konuşmalarının başladığı yere kadar bu gözün duyarlı bir kamera gibi çevreyi taradığını, verilmiş olağanüstü yalın görünüme olağandışı bir derinlik kazandırdığını göreceksiniz. Necati Tosuner’de beni asıl ilgilendiren de bu özelliği işte. Şu örneklerle anlatabileceğimi düşünüyorum:

“Orda üç köpek görünüyordu. Biri karaydı. Sonra, gittiler, Yok, havlamadılar.” (s. 9)

Sokak köpekleri çekip giderken havlamaz olurlar mı? Sıradan olan bu. Ne ki: Yok, havlamadılar. Yazınsal dilin sıkça başvurduğu bu yalın ve dolayımlı biçimi, okuma ilgisini tetikte tutmayı da sağlar. Aykırı olanı hiçbir açıklamaya başvurmadan, bir çırpıda, bir vuruşta doruğa çıkarır Necati Tosuner.

“Bakkala ekmek kamyonu geldi. Ekmekler bakkala taşındı. Bir teyze yukardan sepet sarkıttı. ismet amca sepete iki ekmek koydu. Teyze sepeti yukarı çekti. Çok yavaş çekti.” (s. 9)

Sepet nasıl verir o kareyi? Durum sepete yükleniyor... Çok yavaş çekti. Her şey canlanır gözümüzde: teyzenin bezginliği; bakkal amcanın davranışlarındaki çöküntü...

Örnekler kolayca çoğaltılabilir; ama ikinci bir amacı daha var bu alıntıların: Bunları düzayak sözler gibi alanlar, yanılmamak için ikinci üçüncü okumaları da denemeli: Küçük bir çocuğun, Kerem’ in gözlemleri olarak dile gelir bunlar; Kerem’e göre dil... Öyküdeki büyüklerin, sözgelimi Ayten’in söz aldığı bölümlerde dil de hemen olgunlaşır...

Ardından Funda teyze ile küçük Kerem’in karşılıklı konuşmaları geliyor. Yalın sözlere aldanmadan okunmalı bu konuşmalar da. Öyle olağanüstü birkaç ayrıntı var ki, birkaç kez okumaya değer...

Necati Tosuner öykü kişilerinin iç dünyalarının derinliğine dalmaz. Öyküde çoğun aynı eğilim yok mudur? İç dünyaların sınırsız karmaşasını deşmek düşmüyor öyküye. Durum saptamalarını, durumları çözüveren anahtarları, kişilerin davranışlarını ve konuşmalarından çıkarılması gereken anlamları öykü diline yedirir Necati Tosuner...

Nesnelere ilgisinin nedeni de bu. Naylon torba, balkon, kapı, masa... nesneler ve nesneleşenler: “futbol. Bisiklet, Kaykay, Saklambaç, mısırcılar, tüpçüler, ayakkabı ve terlik taksitçisi .. çarşaf taksitçisi.. kamyonlu zerzevatçı.. ardından karpuzcu.. ” (s. 22)

“Sıcak Bir Gün”de Burhan Bey ile genç Esra arasındaki ilişkide, yazardan bağımsız biçimde yaşanan bir durum: Esra, kulağı telefonda kendisini bekleyen Burhan Bey’in evine geldikten sonra sürekli Burhan Bey’e bir şeyler götürüp getirirken, belli ki yaşlı hayranıyla arasındaki ilişkinin biçimini de yazının suskusu içinde saptamaktadır... Bu özelliğini de keşfettikten sonra, Necati Tosuner öykülerini okumanın tadı gitgide çoğalır.

Necati Tosuner’in öykülerinin yazınsal özelliklerini Sait Faik’e de uzatabilirsiniz, Orhan Kemal’e de bunlar akla gelir; nerede okursanız okuyun, kendi özelliklerini tamamladığını süzmek kaydıyla...

Necati Tosuner’in elbette minimalizme de gönderen öykü dili, tamamıyla kendine özgü, öykülerinin yaşantılarını bütün duygularıyla doygunlukla yansıtan bir anlatım biçimi kuruyor. Öyküyü kurgulayan asıl etmenin bu sargın dil olduğu değerlendirilmezse yazık edilmiş olur.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült