Muhafazakar Bir Sanat Yapıtı Olabilir Mi? Sorusuna Yanıt

Enver Aysever


Bir yazar üstüne düşünmeye başlayınca durduramaz kişi kendini. Romancının/yazarın nasıl bir düşün ekseni olduğunu sezmeye çabalar, hatta biraz abartılı biçimde, hayranlığa uygun bir konuma getirir aklında ya da düşleminde o kişiyi! Sabahattin Ali hesaplaşmasının sürmesi bundan sanırım. Siyasal kavgasına yakınlık duymak şöyle dursun, dönemin tartışma konularının hararetle güncellenerek sürdüğünü görmek zorunlu kılıyor belki bu akıl yürütmeyi. Çorak bir entelektüel ortamda sürüklenmek, bir tür sefalet sürecinde yaşıyor olmak, bunun dışında kalmaya engel. Dahası böyle dönemde yarasız ve temiz kalmak ayıp sanki.

Küreselleşme sürecinin başat söylemi, çoğu zaman yerel gerçekliği karşılamıyor. Yazarın kendinden hareketle ortaya çıkan arayışı ve kavgası coğrafyaya göre değişiyor. Bundan yalıtılarak üretilen yapıt, sahici olamadığı için tatsız ve öykünmeci duruyor. Kapısını hemen tüm dünyaya kapamış, kendini merkeze koymuş kimi güçlü devletlerin yazarı da bu yokluğun, yoksulluğun bir ürünü. Tersten işleyen bir ölçüyle karşılaşıyoruz. Zorlama öyküler, insansız kurgular bu ortamlarda sıkça ortaya çıkıyor. Belki savaşın göbeğinde çırpınan halkların ilgi çekici olması, iktisadi açmazı derin toplumların acılı öyküleri bu yüzden daha etkili.

İnsanlığın “uygarlık” kavgasında, bu arayışından daha güçlü ilerleyen ve kendini yenileyen bir “faşizm’le karşılaşması bundan! Dinsel meselelerin yeniden ısıtılıp tartışma konusu yapılması, yoksulların öteki dünya öykülerinden ve hayalinden medet umması, kapitalizmin tuhaf dişlileri içinde yaşadığı sürece yabancılaşan beyaz yakalıların yine farklı dünyaları vaat edenlerin peşine düşmesi hep bundan! Hızlı yaşam koşullarının övgüye değer olması üstünden, yeni bir derinleşme, bilgeleşme sorunsalıyla karşılaştığımız açık. Bir yanıyla iletişim kanalları çeşitlenirken, öte yandan muhafazakar bir yaşam ve inanca dayalı, sığ etik ölçütler dönüp dolaşıp önümüze konuyor. Hal böyle olunca “ilericilik/gericilik” üstüne yeniden düşünmek gerekiyor.

Postmodern günlerin, artık “yeni bir fikir”, “yeni bir yapıt” üretilemeyeceği tezinin vasatı taçlandırdığı ve bir meşruiyet yarattığı ortada! İnsanlığın ortak ölçütlerini toptan reddederken, bir tür astüst ilişkisini ortadan kaldırdığı iddiası, sanatsal yaratıyı salt kişisel beğenilere indirgeyerek tartma kolaycılığını getiriyor. Ki “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diye bizim coğrafya insanının yakından tanıdığı neoliberal sürecin doğal sonucu. Bu durum karşısında yazarın kavgacı bir tutum takınması kaçınılmaz. Ya da kavga etmeyen yazarın yapıtı sorunlu olacaktır.

Bir yazarın “muhafazakar” olması söz konusu mu, sorusu çoktan değersizleşmiş, hiçleşmiştir esasen. Ancak bu düşkünlük çağı bunu yeniden önümüze koyuyorsa, hem bu soruya yanıt vermeliyiz, hem de bunun neden gündem olduğu üstüne düşünmeliyiz. Bir yapıtın, eğer ölçütler nesnelse, muhafazakar olması söz konusu değildir elbet. Yeni bir sorusu, biçimi, sorunsalı olmayan ve biçem olarak boyut katmayan hiçbir eser elbette ki esasen yapıt olamamıştır. Genel geçer söylemler, popüler etkilerle kitlesel olmak, yapıtın kendi ömrü açısından bir değer ifade etmez. Eğer o yapıtın özgün varlığı, kendince bir yaşam öngörmüyorsa, zaten baştan ölü demektir. Yazarın tinsel ve düşünsel durumu ne eseri, ne okuru ilgilendirmez.

Bu sorunun ortaya çıkması ve hararetle tartışılmasıysa düşünsel sefaletin, entelektüel bayağılığın göstergesidir. Çoğu zaman vasat, kolay kavranan söylem egemendir kültür, sanat yaşamına. Çoğunluğun zorbalığıyla doğan bu faşist iklim, yaratıcılığı tehlikeli bulur ve sanık sandalyesinde tutmaya çabalar. Bu durumda kavga kaçınılmaz olur. Dahası buna tutuşmamak ayıp sayılır. Her ne kadar yüz yüze gelmekten korkan, gizlenerek, arkadan vurarak saldırmayı bir yöntem edinmişse de egemen kalemler, bu kavgada cesaretle direnen ve özgün, ilerici olma yazgısını bilerek üreten yazar kazanır. Yapıtını üretirken titizlenen yazar, bilgelik arayışını ne denli özenli yaparsa yapsın, son çözümlemede solunan havanın kiri ciğerlerde dolaşır.

“Edebiyat, içinde yaşanan cemiyet şartlarının şuurlu veya şuursuz bir ifadesi olduğuna göre, bugünkü edebiyatımız, bugünkü cemiyetimizin bir örneğidir. Ve burada da, hayatta olduğu gibi, birtakım değişme, kendini idame prosesleri ile karşı karşıyayız. Heri hamleler, geriye doğru çeken mürteci kuvvetler dövüş halindedir. Hatta hayatta ortadan kaldırılması kolay olan gerilikler fikirlerden böyle kolaylıkla silinmediği ve mürteci ideolojiler çoğu kere aldatıcı kisvelere bürünmeği hayatlarını devam ettirmenin bazen muvaffak olan bir çaresi gibi kullandıkları için edebiyatımızda bu ileri geri çekişmesi daha kuvvetle ve sarahatle hissolunuyor. Birbirlerine hiç kast etmez gibi görünen cereyanlarda bile birbirlerine karşı bir cephe alış sezmemek imkansızdır. Mamafih gitgide kuvvetlenen ileri cereyan, dünden kendilerini bir türlü ayıramayanları yenmekte daha fazla gecikmeyecektir. Bu iler geri tarifim nesil meselesi falan değildir. Yirmi yaşında ‘geri’ler olduğu gibi altmış yaşında ileriler de vardır,” diye yazmış 15 Mart 1936 tarihinde Sabahattin Ali.

Bir yandan insanın varlığına dair temel soruya yanıt aramak, öte yandan bu ve benzeri kaygıları mukaddesata, yazgıya indirgeyerek, yaşamı bir bitkinin bile benimseyemeyeceği hale getirmek isteyen gerici kafayla kavga etmek güçtür. Üstelik burada yazarın her zaman doğru söylemesi, yolunu sağlıklı bulması olanaklı değildir. Kimi entelektüel çevrelerin bayat tartışmaları, şan şöhret yarıştırmalarının da işin doğasından olduğunu bilmek gerek. Sonuçta ortaya konan yapıtın etkisi belirleyicidir kuşkusuz. Bunca çalkantılı süreçlerde bu türden adamların ve kadınların, her attığı adımın yerinde olmasını beklemek de haksızlık. Bu yüzden ölçü olarak yapıta bakmanın gerekliliğinin altını çizmek gerek. Kişinin ahlakı, tutumu, zaafları ve yaşamı ne biçimde yaşadığının önemi yok. Ama “muhafazakar” tezlerin ortamı nasıl renksizleştirdiği, sıradan ve hayli çapsız tartışmalarla toplumu esir aldığını unutmamak gerek.

Ne zaman dünyaya geleceğimizi ve eğer intihar etmiyorsak, ne vakit göçeceğimizi bilemeyiz. Lakin süreci nasıl geçireceğimize dair tasarruf hakkımız var. Muhafazakar esaret üstüne kalem oynatmak tam da bu yüzden önemli. Yazarların arasında sessiz bu antlaşma vardır. Zamana direnin ve belki zamansız...

 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült