Başka dillerin kısa öykülerinin erek dil olarak Türkçe'de buluşup okur
kazanma ve yazarlarımızı esinleme olasılığı başlı başına bir kazançtır. Kısa
öykü çevirisinde biçemi aktarmanın içerdiği güçlüklerin uzun anlatıların
çevirisine göre bazı farklılıklar sergileyip sergilemediğinin
araştırılmasıysa yazın çevirisi kuramı için bir kazanç sayılmalıdır.
KISA öykü çevirisi, öykünün yapısı gereği, yani kısa olmasının getirdiği göreli kolaylıkla pek çok yazın çevirmeninin yazınsal çevirinin başka türleriyle koşut olarak yürüttüğü bir etkinlik görünümündedir. Bir yazın çevirmeninin hep aynı yazarın kısa öykülerini çevirdiğini, ya da kendini yalnızca öykü çevirmeni olarak nitelediğini pek sık duymayız. Uzun anlatı/roman çevirisi içinde değerlendirilen öykü çevirisi aslında kendine özgü kısıtlamalarıyla ayrı bir tartışma odağını hak eder görünmektedir. Kısa öyküde kısalık, sayfa sayısının romana göre azlığı (uzun öykülerin ve kısa romanların bazen aynı sayfa sayısında buluşabileceğini unutmadan), o kısa metindeki derinlikli biçemin, kurmaca çatısının aktarımını kolaylaştırmayabilir. Yazın çevirisi eleştirmenleri, kısa öykü çevirilerini değerlendirirken bu noktalara da çeşitli başlıklar altında değinirler. Gerçekten kısa öyküye özgü çeviri yollarının ve kısıtlamaların olup olmadığıysa, kuşkusuz geniş bir örneklemeyle kanıtlanıp desteklenebilecek bir savdır. Ancak o zaman kısa öykünün kendisi gibi çevirisinin de kısa bir iş olmadığı öne sürülebilir.
Bazı yazar ve yazınbilimciler öyküyü romandan kesin çizgilerle ayırmaz, bazısı romana eş değerde bir bütün saymaz, bazısı da onu yalın anlamda romanın kısası, taslağı, özlüsü olarak tanımlamaktan uzak durarak en az uzun anlatı kadar zorlu bir kurmaca edimi olduğunu öne sürer. Friedman, “Bir kısa öyküdeki materyallerin ve bunların düzenlenmelerinin romanınkinden tür değil, derece olarak ayrıldığını,” söyler.1 Pritchett ise, “Kısa öykünün yazın türleri arasında ikincil kalsa bile doğasındaki yoğunluğun sonucu olarak, her zaman akılda iz bırakan bir tür olduğunu, kısıtlı bir yere epey şey sığdırmanın verdiği bir zevkten söz edilebileceğini, bu türün belirleyici olma ve kesin sonuca götürme özelliğinin özünde Şiirsel olan bir dürtünün yoğunlaşmasına sebep olduğu, kısa öykü ustaları arasında iyi romancı olanların çok nadir olduğunu, kısa öykünün dağınıklığa karşı yapılan bir protesto olduğunu,” öne sürer.2 Kısa öykünün çevirisi de hem genelde yazın çevirisi içinde düz yazı yapıtlarının çevirisinin içerdiği güçlükleri taşır, hem de kendine özgü bazı güçlük ve kısıtlamalarla onlardan ayrılır. Yazınsal söyleme özgü güçlükleri, yazınsal söyleme biçimleriniyse yalnız romanla değil, şiirle ve tiyatro metinleriyle de paylaşır.
İleti ve etki yitimi yazının bütün türlerinde çevirinin sorunudur. Kısa öykü çevirisinde çoğu kez yitirileni yerine koyacak kadar geniş bir yer ya da hareket rahatlığı yoktur. İmgeler yinelendikçe, yitimi azaltan çözümler getirme olanağı kısıtlıdır. Dillerin yapısal olanaklarının izdüşümlü olmamasından kaynaklanan daha yalın sorunlar bile (örneğin İngilizce gibi bir kaynak dilin cinsiyet adıllarının, tanımlıklarının Türkçe gibi bu ayrımları aynı biçimde barındırmayan bir erek dile çevirisi) kısa öyküde daha hızlı ve belirgin çözümler gerektirirken, çevirmen uzun anlatılarda çözümleri metnin bütününe yayma şansına sahiptir. (Belki bu açıdan, bir etki yumağını andıran iki yazınsal türün, kısa öykünün ve Şiirin çevirisi koşut ele alınabilir.) Örneğin “Adam Öykü ”nün 24. Sayısında da incelenen Ernest Hemingway’in ünlü kısa öyküsü “Yağmurda Kedi" (“Cat in the Rain"), “cat”, “a cat”, “the cat” yalın ve tanımlık kullanımları arasında öyle ustaca gider gelir ki kısacık metinde öykünün adından başlayarak “kedi”, “bir kedi”, “kediyi” demenin güçlüğüyle kuşatılır çevirmen. “Kedi” sözcüğünün her belirlenişi ya da yalın bırakılışı bir anlam taşır bu öykü için. Yine Hemingway’in çok bilinen öyküsü “Beyaz Filler Gibi Tepeler”de (“Hills Like White Elephants”) kişi ve cinsiyet adıllarının, etken-edilgen, durum ve eylem belirten yüklemlerin seçimi kişileştirmeler açısından önemlidir. Öyküdeki genç kızı belirginleştirmek ya da silikleştirip öykünün erkek kahramanının güdümünde göstermek yazarın elindedir. James Joyce’un “Evelyn” adlı kısa öyküsü için de benzer bir çözümleme yapılabilir. Çevirmen bu izleri sürerse aynı kişileştirmeler erek metne de taşınır. Bir başka örnek olarak, D. H. Lawrence’ın “Krizantem Kokusu” (“Odour of Chrysanthemums”) adlı kısa öyküsünde hem öykünün geçtiği uzamın betimlenişi hem öykünün simgesi olan krizantemlere ilişkin göndermeler yalın ad kullanımları, tanımlıklar ve nitelemeler (a, an, the ve sıfatlı kullanımlar), ön-gönderim ve art-gönderimlere (anaphoracataphora) göre etki kazanır. Çeviride de bu gönderimleri kısa bir dilimde doğru belirleyip erek dile aktarmak söz konusudur.
Bir de küçük karşılaştırma yaparsak, Charles Dickens’ın kendine özgü betimlemeleri, romanlarında uzanılan yer şekillerinden başlayıp iç uzamlara doğru giderek uzun uzun tanıtırken gösterdiği özen, yukarıda sözünü ettiğimiz türden tanımlık kullanımı, nitelemeler (örneğin Little Dorritin girişi) yine araştırmalara konu olmuş özel dil örüntüleridir. Uzun anlatıda çevirmenin bu betimlemeleri sindirerek, metnin akışından destek alarak kavrama ve aktarma olanağı varken, betimlemelerinin zenginliğiyle ünlenen Lawrence’ın ya da yine betimlemeyi seven başka yazarların öyküleri çevirmene bu kadar “cömert” davranmaz. İşlevsel parçalarının doğru ve eksiksiz aktarımının kısacık bir birimde özgün metin tadında yapılmasını İster. Örnekler çoğaltılabilir. Zaten bu örneklenenler de yıllardır çeşitli biçimsel çözümlemelerin konusu olmuştur.3
Kısa öykü çevirisi başlığı altında nitelenen, “yazınsal söyleme, kurmacaya özgü çok çeşitli anlatı çatılarından ve kalıplardan oluşan yoğun yapıların” belli bir erek dile aktarılmasıdır. Araştırmacı Van Leuven Zwart düz yazı türündeki yazın yapıtlarının çevirisinde kısa ve uzun diye ayırmadan kaynak metnin anlatı yapısıyla çeviri metin arasında bağlar ararken kullanılabilecek en sağlıklı ölçütün biçemsel birimlere ve değişmelere bakmak olduğunu öne sürer. Bu açıdan yazın metinleri birbirine anlam ve biçimce bağlı parçalardan oluşurlar. Bir yazınsal yapıtın anlamı bu parçalar arasındaki akışın tutarlılığı oranında okura ulaşır. Burada hem çapraz ve geçişli ilişkilerle metnin bütününe yayılan anlam, dilsel biçim, söyleme biçimi ve biçem (sapma ve yeğlemeler) parçaları söz konusudur, hem de bu parçaların bütün içindeki işlevlerini belirleyen genel bir metin düzeni (metni kapsayan temel önerme). Van Leuven Zwart kısa öykü ayrımına hiç girmeden yaptığı uzun incelemelerde yer yer “anlamsal ve biçemsel değiştirimlerde sıklık ve sürekliliğin (yoğunluğun) şiir, çocuk öyküleri, peri masalları gibi kısa anlatı metinlerinde özellikle belirleyici olduğuna” da değinmeden edemez.4 Öykü yapısının bu parçalar arası geçişlerdeki doğallıkla tanımlandığını, anlatı çevirilerinin de bu doğallığı yakalamasının ve çeviri olduğunu unutturmasının beklendiğini dile getirmek bir ölçüde kısa anlatılarda geçişleri ustaca ve doğallıkla aktarmanın güçlüğünden söz etmek demektir.
Aynı yazınsal biçemle, benzer anlatı teknikleriyle kısa öykü yazan yazarların yapıtlarının belli bir erek dile çevirisi söz konusu olduğunda bile çevirmenin o anlatı tekniğine özgü yapılarla aktarımı gerçekleştirirken yazarların biçemsel farklılıklarını da koruması beklenir. Bu anlamda diyelim A çevirmeni kendini aynı anlatı tekniğini kullanan B ve C yazarlarının öykülerine, dolayısıyla söyleme biçimlerine bırakarak erek dilde en yeterli biçem aktarımına koşullanacaktır. Yapısı gereği kaynak dil ve kültür odaklı olan bu koşullanma çeviri metnin erek kültür okurunca rahat okunup anlaşılması gibi erek dil ve kültür odaklı bir kaygıyla çeliştikçe iş zorlaşır.'
Yazın çevirisinin bir alt türü olarak kısa öykü çevirisi kurmaca metinlerle uğraşmanın, onları çözüp özlerine zarar vermeden yeniden birleştirmenin bütün zorluklarını barındırır. Çeviri uygulamaları içinde yazınsal metinlerin çevirisini bir alt alan olarak değerlendirirsek kısa öykü çevirmenlerinin izledikleri yolları da bu alana özgü sayabiliriz. Yazın çevirmeninin yaptığı iş erek dil ve kültürde bir yapıt yaratmaya eş değerde görünmektedir. Bazı çevirmenler kendi seslerini hiç duyurmamaya çalışarak (kaynak dilin ve metnin sesini izleyen) çeviri üretirken, bazıları da sesini duyurmaktan (erek dilde kabul görecek doğallıkta metin üretmekten) çekinmez. Oysa kaynağa bağlılığı ölçüsünde “çeviri kokusuyla görünür olur çevirmen, duyulmasını İstemediği ses apaçık ortadadır. “Kokmayan çeviri”deyse, erek metindeki görünmezliği, aracısız bir yazınsal iletişimin doğallığı, erek-odaklı çeviri kararlarının, kendini göstermekten korkmamasının sonucudur. Burada doğru ya da yanlış olarak nitelenebilecek bir çeviri davranışından çok, belli bir amaçla üretilmiş bir erek metin olgusu vardır. Eldeki çeviri erek dilde üretilebileceklerin yalnızca biridir. Amaçlar, izlenen yollar değiştikçe çeviri sayısı da artacak ve bu ürünlerden her birinin kendi yola çıkış amacı doğrultusunda değerlendirilmesi gerekecektir.
Sesini duyurmayı yeğleyen çevirmen bir de bunu kaynak metni ya genel ölçülerde erek dil ve kültüre yaklaştırarak ya da özel durumlarda, örneğin kendisi de yazarsa, kendi biçemine ve dünya görüşüne yaklaştırarak yapabilir. Çevirmen bu sesi özgün yaratıyla, yani kaynak metinle özdeşleştirebildiği ölçüde çevirinin tadının artacağını düşünebilir. Okursa büyük ölçüde duyulan sesin yazarınkinin yansısı olmasını bekler. Çevirmeni ne kadar aklından atabiliyorsa o ölçüde iyi bir çevirmenle karşı karşıya olduğunu düşünür. Duyduğu sesin yazarın sesi olduğuna inanmak ister. Biçemini bildiği yazarlar söz konusu olduğunda okur duyulan sesin yazarın gerçek sesi olup olmadığını denetleyebilir. Yeni okuduğu ya da hep çevirisinden okumak durumunda olduğu bir yazar içinse ne ses düşleyeceğini bilemeden, duyduğu ses hoşsa, yazarın gerçek sesinin ne olduğuna aldırmadan, onu yazarınki sayabilir. Yine de biliriz ki, okur, çevirmeni böyle bir durumda değil, işler yolunda gitmeyip yazın yapıtından tat alamadığında, dile takılıp yol alamadığında düşünür.
Çeviri bilimci Theo Hermans da “Çeviri Anlatıda Çevirmenin Sesi” başlıklı yazısında yukarıda değinilen özdeşleşmeden uzun uzadıya söz ederek doğal olanın, işler yolunda gidiyorsa çevirmeni, yani aracıyı yok saymak olduğunu vurgular.6 Kurmaca çevirilerinde çevirmenin sesinden söz etmek, çevirmenin kendisinin de yazar olduğu özel durumlar dışında, çevirmenin yazarlığa öykünmesinden tutalım, iyi bir gözlemci ve okur olduğu için öykündüğü biçimi kolaylıkla yaratabilmesine kadar çeşitli ayrıntılara girilebilecek bir değerlendirmeye başlamak demektir. Kurmaca anlatıda yansıtılması gereken, “yazarın sesi” dediğimiz, aslında yazarın biçemi olarak da nitelenen şey, belli dil kullanım kalıpları ve söylem kurma yollarıyla biçimlenen bir çatıdır. Örneğin, bilincin akışına kalemini bırakan, düşüncelerinin özgürce aktığı yöne kürek çeken iki ayrı yazarı bu anlatı çatısına can veren dil kullanım kalıpları buluşturabilir. Bu kalıplar dilbilgisel zamanlar, eylemlerin dolaylı ya da doğrudan, bağımlı ya da bağımsız düşünce, söz aktarım eylemleri olmaları, bazı önceleme, yineleme, bağlama biçimleri olarak dil ve söylem terimleriyle somutlaştırabilecek teknik yollardır.7 Çevirmen aynı kullanımları yeğleyen bu yazarları bir erek dilde okurla buluşturduğunda o anlatı çatısının aktarılmasına aracılık etmiş olur. Bilinç akışı tekniğini, gerçekçi, gerçeküstücü çeşitli anlatım yollarını kullanan yazarlar dünya dillerindeki başka yazar ve okurların karşısına çıktıklarında farklı anlatı yolları da çevirinin yapıldığı dile girmiş olur. Bir öyküyle beraber bir anlatı çatısıdır çevrilen, belli bir kültürün yazınına daha erken girmiş, başka yazınlara da örnek olabilecek bir öykü kurma biçimidir.
Çevirmenin kendisinin de yazar olduğu durumda yazarlığın çevirmenliği yönlendirmesi, beslemesi gibi yazar kimliğinin çevirmen kimliğini bastırması da olasıdır. Bu iyi ya da kötüdür denip geçilebilecek bir konu değildir. Yukarıda da değindiğimiz gibi çeviri erek dil ve kültürün bir gerçeğidir. Onun için de bir özgün metnin erek dilde yalnızca bir çevirisi yoktur. Çevirmen sayısı kadar çeviri olacaktır. Bu çevirilerin her biri de kendisine belirlediği amaç doğrultusunda değerlendirilecektir. Yazarların biçemlerini, seslerini yakın buldukları yazarların yapıtlarını çevirdikleri, kendilerine bir “iş” gibi verilen yapıtlardan kaçabilme şansına sahip oldukları bir gerçektir. Yazarlık/yaratıcılık büyük ölçüde kişinin çevirmenliğini besleyip, çeviri kararlarında yüreklendirir. Ortaya bir yazarın yaratıcılığıyla tatlanan bir çevirinin çıkması, o yapıtın olası çevirilerinden birinin böyle olması, okur için, her şey bir yana, zengin bir okuma deneyimidir. Yazarlar yaratıcılıklarını kendi biçemlerine yakın yapıtlarda daha özgürce sergiler ve belki de “en iyi yazın çevirmeni”nin niteliklerini mayalarında barındırırlar. Kuşkusuz yazın çevirmenlikleri kendi biçemlerinin dışına profesyonellikle çıktıkları ölçüde değerlenir. Böylelikle yalnızca özel yapıtların unutulmaz çevirmenleri olarak kalmazlar. Yazar tadında çevirmenlerden, çeviri profesyonellerinden de söz edilebilir. Onların çevirdikleri yapıt sayısınca yaratılan, yazarlığa yakın bir duruşları vardır bu anlamda. Durdukları yerin bir adım ötesi yazmaktır sanki. Ama bir tek yazar değildir içlerinde barınan, çevirdikleri yapıt, biçem sayısınca yazardır.
İşin bir de kısa öyküde daha kolay ayrımına varılabilecek bir yönü var ki, bu aynı çevirmenin elinden çıkan çevirilerin özgün metinlerde olmayan bir biçimsel, biçemsel koşutluk göstermesi, okurun hep aynı yazarın yapıtını okuyor gibi olmasıdır. Bu durum geleneksel çeviri kuramının “sadık/düz çeviri” anlayışıyla yorumlanarak çevirmenin yapıtları hep aynı doğru ve yeterli dil kullanımıyla aktarma kaygısıyla açıklanabilir. Ya da, belki de daha ilginci, çevirmenin de artık bir biçeminin oluştuğu ve farklı şeyleri aynı biçimde söylemeye başladığı düşünülebilir. Çevirmen kendisi yazar değilse, bu duyulan ses okura pek tat vermeyebilir. Kuşkusuz çevirmenin kendine yakın bulduğu biçemleri çevirmesi, “iş” olarak değil de, tadını çıkararak çeviri yapabilmesi yazın yapıtının alımlanmasında “özdeşleşme”yle bağlantılı olarak sonucu etkileyebilir. iki ayrı yazarın öykü kurma biçimleri, anlam teknikleri yakınsa, bir anlamda “yazarlar aynı noktada buluşuyorsa”, çevirmen de onları bu nedenle yeğleme şansına sahipse, ortaya birbirine yakın çeviri biçemleri çıkabilir.
Kısa öykü çevirisi de kısa öykünün kendisi gibi nicel değil nitel özellikleriyle ön plana çıkan ve bu açıdan güçlük içeren bir edim görünümündedir. Kısa öykü çevirisinde çevirmenin karşısına çıkan kısıtlamaların en büyükleri niteliği ve özü ön plana çıkarabilmekle ilgili olanlardır. Bir iletiyi, bir biçemsel bütünü, bağlantıları akışı bozmadan kısıtlı sayfa sayısında başka bir dile aktarabilmek çeviri kuramının genel olarak düz yazı niteliğindeki kurmaca yapıtların çevirisi için belirlediklerine ek bir zorluk içerir gibidir. Yanlış anlamalar, yanlış anlatmalar için fazla kısadır kısa öykünün yeri. Uzun anlatılarda sayfalar ilerledikçe açıldığı, daha iyi aktığı söylenen çevirilerin kısa anlatıda hemen akması, hiç duraksamaması beklenecektir. Her kısa öyküyle bir dünya sunulur erek dile. Bu dünya hiç de onu sunan üç beş sayfanın sınırlılığıyla belirlemez işlevini. Bir etki yumağı olarak özgürce devinir, yerleşir yeni girdiği dile. Okurlar için bir tat, yazarlar içinse esin kaynağıdır. Kültürlerarası duygu paylaşımının kestirme ve etkili yollarından biridir.
Ülkemizde yalnızca Türk öykücülüğünü okura tanıtmakla kalmayıp erek dil Türkçe’nin okurunu dünya yazınından kısa öykü çevirileriyle de buluşturan yayınlar bu yolla Türk öykücülüğünü beslemekteler. Bu işlevleri, çok sayıda kaynak dilden yapılan öykü çevirileriyle okuru Türkçe ortamında buluşturmak yoluyla gerçekleşir. Farklı dillerin ve kültürlerin yazınlarından kısa öykü örnekleri yayımlayan, her biri farklı birikim, dünya görüşü ve anlatım tekniğine sahip yazarların yapıtlarına yer veren bir yayının çeviri yoluyla kültürler ve yazınlararası bir paylaşım hedeflediği söylenebilir. Kuşkusuz bu paylaşım kısa öykü çevirisinde izlenen yolları ve biçemlerin aktarımında karşılaşılan kısıtlamaları da gündeme getirecektir.
Başka dillerin kısa öykülerinin erek dil olarak Türkçe’de buluşup okur kazanma ve yazarlarımızı esinleme olasılığı başlı başına bir kazançtır. Kısa öykü çevirisinde biçemi aktarmanın içerdiği güçlüklerin uzun anlatıların çevirisine göre bazı farklılıklar sergileyip sergilemediğinin araştırılmasıysa yazın çevirisi kuramı için bir kazanç sayılmalıdır.
Kısacası, bir paylaşım kanalının açılmasını sağlayan kısa öykü çevirmenleri çevirdikleri öykülerin biçemlerini, bu özgün metinlerin yazarlarının söyleme biçimlerini, erek dilin kültürüne ve yazınına sunarlar. Çevirmen her yeni kısa öyküde karşısına çıkan anlatı tekniğine en uygun söyleme biçimini ararken aslında özgün metnin sesini aramaktadır. Bu da bu konuda inceleme yapmak ya da yazmak kadar kolay değildir kuşkusuz. Genelde bir sesi doğallıkla yakalayan çevirmen onu aynı doğallıkla aktarır kl kendini unuttursun, biz de çevirmenin varlığını ortada bir sorun varsa anımsayalım; kendimizi yazarla aracısız baş başa sayabildim. Bu zorunlu aracı bir öykünün kısıtlı sayfa sayısında bazen özgün biçemle bütünleşir, bazen o biçeme karışıp yiter.
'Narman Friedman “Kısa Öyküyü Kısa Yapan Nedir?” (çev. S. Gökçen Ezber), “Adam Öykü”, Sayı: 18, Eylül-Ekim 1998, s.31-45.
2V. S. Pritchett “Kısa Öykü Üstüne" (çev. Almila Özdek) “AdamÖykü", Sayı : 15, Mart-Nisan 1998, s.3740.
'“Odour of Chryhsanthemums", “Cat in the Rain” ve Little Dorrit çözümlemeleri için Language and Literatüre: An Introductoıy Reader in Stylistics (1982; yay.haz. R.Carter), Unwyn Hyman ve Language, Literature and Discourse : An Introductoıy Reader in Discourse Stylistics (1989; yay.haz. R.Carter ve P.Simpson) Unwyn Hyman.
Van Leuven Zwart, K.M. 1989. “Translation and Original : Similarities and Dissimilarites I”, TARGET 1:2, s.151181, John Benjamins B. V., Amsterdam.
1990. “Translation and Original : Similarities and Dissimilarities II”, TARGET 2:1, S.69-75, John Benjamins B. V., Amsterdam.
'Kaynak ve erekodaklılık, yeterlilik ve kabul edilebilirlik terimleri ve tartışmaları için Gideon Toury In Search of a Theory of Translation, Tel Aviv, Poster Institute, 1980 ve Descriptive Translation Studies, John Benjamins, 1995.
‘Hermans, T., “The Translator's Voice in Translated Narrative", TARGET 8:1, 1996, John Benjamins, Amsterdam.
"Çeviri Anlatıda Çevirmenin Sesi" (çev. A. Bulut), “Kuram Kitap” 15, Eylül 1997, Kur Yayıncılık, İstanbul.
’Biçem terimleri için Ünsal Özünlü, Edebiyatta Dil Kullanımları, Doruk Yayınları, 1996, Ankara.
Dictionaıy of Stylistics, Katie Wales, 1989, Longman.