Hegel’de Oluş Ve Sanatsal Yazınsal Kurgu

Onur Bilge Kula


OLUŞ

Hegel, “oluş” ya da “olma” kavramını “Mantık Bilimi I”[1] adlı yapıtında dizgeleştirmiştir. Düşünürün anılan yapıtının ilgili bölümünde belirttiğine göre, “oluş” ya da “olma”, “belirsiz dolaysız olandır”; yani, belirsiz dolaysız öğedir. Oluş, “varlığa karşı belirlilikten”, hatta “kendisinin içerebileceği belirlilikten” arınmıştır.

Bu “düşünümsüz oluş”, oluşun kendisidir. Oluş, belirsiz olduğu için, “niteliksizdir.” Ancak oluş, doğaldır ki, “belirsizlik” özyapısını ya da niteliğini, “belirli olana”, “nitelikli olana” karşı kazanabilir. Bir başka söyleyişle, belirlilik, karşıtı olan belirsizlik ile olanaklı olabilir.

Belirsiz oluşun karşına çıkan seçenek “belirli” oluştur. Böylece, hem belirlilik hem de belirsizlik “oluş”un niteliğini oluşturan etmene dönüşür.

Oluşun “belirli” oluşa dönüşümü, onun evriminin birinci aşamasını oluşturur.

Belirli oluş, “varoluş” aşamasına yükselir. Varoluş, “kendisini sonlu oluş olarak ortadan kaldıran ve oluşun kendisiyle olan bitimsiz ilişki(lenimi)dir.”

Oluşun “varoluşa” yükselmesi, evriminin ikinci aşamasını; “kendisi için oluş”a, bir başka söyleşiyle, özerk ya da bağımsız oluşa yükselmesiyse, üçüncü aşamasını oluşturur.

Katıksız oluş, “herhangi bir belirlenim içermeyen” oluştur. Bu oluş, “belirsiz dolaysızlığı içinde salt özüyle özdeştir” ya da salt özünü eşittir; başka ile özdeşliği ya da eşitliği söz konusu değildir. Salt özüyle özdeş olan oluş, ne kendi içinde bir “ayrımlaşmışlık”, ne de “başka”dan ayrımlaşmışlık özelliği taşır. Oluşun ayrımlaşmasına yol açabilecek herhangi bir “içerik” ya da “belirlenim”, onun “katıksızlığını” yitirmesi sonucunu doğurur. Hiçbir biçimde ayrımlaşmamış oluş, “katıksız belirsizlik” ve “boşluk”tur.

Onda “görülebilecek” bir şey yoktur. Dolayısıyla, “görü” ya da “görme”den söz edilecekse, ayrımlaşmamış oluş, “katıksız, boş görme”den başka bir şey olamaz. Aynı şekilde ayrımlaşmamış oluş, “düşünülecek” bir şey de içermez; dolayısıyla, o, “boş düşünmedir.”

Daha açık ve kesin anlatımla, “belirsiz dolaysız” öğe olarak oluş, Hegel’in belirleyimi uyarınca, gerçekte “olmayış”tır.

Olmayış

Katıksız “olmayış”, “kendisiyle yalın eşitlik”tir. Olmayış, “tam boşluk”, “belirlenimsizlik ve içeriksizlik”, kendi içinde hiçbir biçimde “ayrımlaşmamışlık” olarak tanımlanabilir. Olmayış bağlamında “görme” ve “düşünme”, ancak “bir şeyin ya da hiçbir şeyin görülmesi ve düşünülmesi” olarak gündeme gelebilir.

Hegel’in kavramlaştırmasıyla, “hiçbir şeyi görme ve düşünmenin bir anlamı” vardır. O da şudur: Görme ve düşünme “ayrımlaşır” ve ayrımlaşması nedeniyle de “olmayış”, “görmemizde ve düşünmemizde” varlık kazanır; dahası her ikisi de “katıksız oluş” olarak “boş görme ve boş düşünme” olur.

Olmayış ya da hiçbir şey, “aynı belirlenim”, hatta “belirlenimsizliktir; bu nedenle de “katıksız oluş” ile aynı şeydir.

“Oluşma”

Hegel, “oluşma” kavramına alt başlık olarak “oluşun ve olmayışın birliği” anlatımını koymuştur.

Oluş ile olmayış arasındaki diyalektik ilişki konusunda yukarıdaki açımlamalara göre, düşünürün belirlemesiyle, “katıksız oluş ile katıksız olmayış aynı şeydir.” Gerçekte ne oluş ne de olmayış bağımsız öğedir; oluş olmayışa, olmayış da oluşa dönüşmüş öğelerdir. Hem saltık biçimde birbirinden ayrımlaşmış hem de ayrılmaz biçimde birbirine bağlı olan bu iki öğeden her biri, “kendi karşıtı içinde yokolur.”

Bir başka anlatımla, karşıtların birliği ilkesi uyarınca, oluş, yokoluşta, yokoluş da oluşta yok olur. Oluş ve yokoluşun gerçekliği/hakikati, “bu devinimdir”; “birinin öbüründe yok olmasının devinimidir.” Söz konusu devinim de “oluşma”dan başka bir şey değildir.

Hegel’in açımlamasına göre, oluşma, söz konusu iki öğenin birbirinden “ayrımlaşmış” olduğu devinimdir. Ancak burada söz konusu olan ayrımlaşma, “dolaysız olarak çözünümlenmiş olan tek bir ayrımdır.”

Oluşmanın Öğeleri

Ortaya çıkma ve tedricen yokolma anlamında oluşma, Hegel’e göre, oluşun ve olmayışın ayrılmazlığıdır; oluş ile olmayışı “soyutlayan bir birlik değil”, tersine içinde “hem oluşun hem de olmayışın olduğu ‘belirli’ bir birliktir.” Bu iki öğe, söz konusu birlik içinde “yokolan” değil, “saklanan”dır. Bunlar “tasavvur edilen özerkliklerinden” daha aşağı inerek, “ayrımlaşmış ve ortadan kaldırılmış” öğelere dönüşür.

Hegel’in belirlemesiyle, oluş ve olmayış, “ayrımlaşmışlıkları içinde “öbürüyle bir birliktir.” Dolayısıyla, “oluşma”, “bu türden iki birlik” olarak oluş ve olmayışı içerir. Bu iki birlikten her biri, oluş ve olmayışın birliğidir. Bunlardan biri olan oluş, “olmayış ile ilişkilenmesiyle”, öbürü olan olmayış ise “oluş ile ilişkilenimi” ile varlık ve etkinlik kazanır. Bu birlikler içinde anılan öğeler, “eşitsiz değerler” taşır.

Böylece oluşma “çift belirlenimli” bir özyapı kazanır. Bu belirlenimlerden birinde olmayış “dolaysızdır. ” Bir başka anlatımla, bu ilk belirlenim, “oluş ile ilişkilenen ve oluşa geçen olmayış” ile başlar. İkinci belirlenim ise, “olmayışla ilişkilenen ve olmayışa geçen” oluş ile başlar. Bu ortaya çıkma ve geçip gitme, yani, yok olmadan başka bir şey değildir.

Karşıt iki yön olarak, “karşılıklı olarak birbirine nüfuz eden ve birbirini paralize eden” ortaya çıkma da yokolma da aynıdır; yani, bunlar “oluşma”nın öğeleri ya da boyutlarıdır.

Bunlardan biri “geçip gitme” ya da yokolmadır. Burada oluş, olmayışa geçer. Ancak kendi “karşıtı” olan olmayış, “oluşa geçer” ve böylece “ortaya çıkar.” Ortaya çıkma ya da meydana gelme, “öbür yöndür.” Burada olmayış, “oluşa geçer”; ancak oluş aynı şekilde kendisini “ortadan kaldırır.” Dolayısıyla bu bağlamda oluş, “olmayışa geçmedir”; “yokolup gitmedir.” Bunlar “karşılıklı olarak birbirini ortadan kaldırmaz”, tersine “kendisini ortadan kaldırır”; bu yüzden de “kendisindeki karşıtını ortadan kaldırırlar.”

Oluşmanın Ortadan Kaldırılması

Hegel’in kavramlaştırmasına göre, “ortaya çıkmanın ve yokolup gitmenin belirlendiği denge”, her şeyden önce “oluşmanın kendisidir.”

Öte yandan, oluşma da “dingin bir birlik” içinde toparlanır. Oluş ve olmayış, oluşmanın içindeki “yokolup giden öğeler” olarak yer alır. Bununla birlikte, oluşma, bu iki öğenin “ayrımlaşmışlığı” sayesinde oluşma olabilir. Bu yüzden, oluşun ve olmayışın “yokolup gitmesi”, oluşmanın “yokolup gitmesi”dir, hatta “yokolup gitmenin yokolup gitmesi”dir. Oluşma, “çökelerek dingin bir sonuca” dönüşen “konumsuz bir dinginsizliktir.”

Bir başka anlatımla, oluşma, “oluşun olmayışta yokolup gitmesi, olmayışın oluşta yokolup gitmesi” ve hatta “oluşun ve olmayışın yokolup gitmesidir.” Böyle olmakla birlikte, oluşma, söz konusu iki öğe arasındaki “ayrıma dayanır.” Dolayısıyla, çatışan yönleri kendi içinde toplayan oluşma “kendisiyle çelişir”; kendi içinde çelişkili bir oluşumdur. Böyle bir birleşme, kendi kendini yıkar.

Hegel’in çıkarımı uyarınca sonuç, “yokolmuş olmadır”; ancak burada söz konusu olan “olmayış” olarak yokolmuş olma değildir. Böyle olsa, ortaya çıkan durum, “daha önce ortadan kaldırılan belirlenimlerden birine geri gidiş”, “olmayışın ve oluşun sonucu” olmazdı.

Oluşma, oluş ile olmayışın “dingin yalınlığına dönüşmüş birliği”dir. Öte yandan bu “dingin yalınlık”, “tümün belirlenimi” anlamında oluştur. Böylece, “oluş ile olmayışın birliğine geçiş/geçme” olarak oluşma, “varoluş” aşmasına yükselmiş olur. Geçilen bu birlik, söz konusu iki öğenin “tek yanlı ve dolaysız birliğinin biçimidir.”

Hegel’e göre, felsefenin temel kavramlarından olan “ortadan kaldırma” ve “ortadan kaldırılan”, yani, “ideal olan” ya da “düşünsel olan”, öncelikle “olmayış”tan ayrı tutulmalıdır. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Kendisini ortadan kaldıran şey, “kendisini ortadan kaldırmakla” olmayışa dönüşmez. Olmayış, “dolaysız olandır.” Buna karşın, “ortadan kaldırılmış olan bir şey”, “aktarılmış bir şeydir”; ancak oluştan doğan bir “sonuç” olarak “olmayan bir şeydir.” Söz konusu nedenle, “ortadan kaldırılmış olan şey, kaynaklandığı şeyin belirliliğini” hala üzerinde taşır.

Ortadan kaldırma, Hegel’in söyleyişiyle, “dilde iki anlamlı” kullanılan bir kavramdır. Bu kavram, bir yandan “saklama”, “koruma’’, “varlığını sürdürme”; öbür yandan da “bitirme”, “son verme” gibi anlamlar taşır.

Bir şeyi “koruma, o şeyin varlığını sürdürmesini sağlama” amacıyla, o şeyi “dolaysızlığından’’, bu yüzden de “dış etkilemelere açık bir varoluştan kurtarma” anlamında “saklama”, “olumsuz bir şeyi” içinde taşır. Bu bağlamda “ortadan kaldırılmış olan şey”, aynı zamanda dolaysızlığını yitirmiş, ancak yok edilememiş, dolayısıyla da “saklanan şey” anlamını taşır.

Ortadan kaldırmanın burada sözü edilen bu iki “belirlenimi”, Hegel’in adlandırmasıyla, “sözlük” bakımından söz konusu kavramın iki ayrı anlamı olduğunu gösterir. Ancak burada asıl “dikkat çekici” olan şey, “bir dilin bir ve aynı sözcüğün iki karşıt belirlenimde kullanılmasını” sağlayan dilin geldiği noktadır.

Spekülatif düşünme açısından “dilde spekülatif anlam taşıyan sözcüklerin bulunması” sevindiricidir. Alman dili, Hegel’in saptamasıyla, “çok sayıda bu tür sözcüğe” sahiptir.

Bir şey, yalnızca “kendi karşıtıyla bir birlik içine girdiği” ölçüde “ortadan kaldırılmış” olur. Söz konusu şey, “bu yakın belirlenim içinde’’, “düşünümlenmiş bir şey” anlamında “öğe” olarak adlandırılabilir.

Hegel’in bu çıkarımı uyarınca, bir şeyin öğe olabilmesi için, o şeyin “düşünümlenmiş” olması gerekir.

Öğe olmakla, oluş ve olmayışın kazandığı “yakın anlam ve anlatım”, bu ikisinin “saklandığı varoluşa bakış” içinde aranmalıdır. Oluş ve olmayış “aynı şeydir”; aynı şey oldukları için de artık “oluş ve olmayış değildir” ve “ belirlenimleri ayrıdır.”

Varoluş

Hegel’in açımlaması uyarınca, “varoluş, ‘belirli’ oluştur”; varoluşun belirliliği “niteliktir.” “Herhangi bir şey’’, ancak “niteliğiyle başka bir şeye karşı” bir şey olabilir. Bir başka anlatımla, bir şeyi bir şey yapan, o şeyin taşıdığı niteliktir. Nitelik taşıyan bir şey, “değişebilir” ve “bitimlidir.” Böyle bir şey, başka bir şeye karşı “olumsuzlama” değildir; “kendi olumsuz belirlenimlidir.” Bu bitimli bir şeyin kendi olumsuzlaması “kendine karşı bitimsiz bir şeydir.” Bu belirlenimlerin ortaya çıktığı “soyut karşıtlık, karşıtlık içermeyen bitimsizliğe”, bir başka deyişle, “kendisi için oluşa” girerek çözünümlenir. Bu nedenle, Hegel’in saptamasıyla, varoluşun üç aşaması ya da bölümü vardır:

1.       Kendi niteliği içinde varoluş,

2.       Bir şey ve başka bir şey, sonsuzluk/bitimsizlik ve

3.       Niteliksel sonsuzluk.

İlkin kendi niteliği içinde varoluşun “belirliliği” ve “niteliği” birbirinden ayrılmalıdır. Bu nitelik, varoluşun “gerçeklik” ve “olumsuzlama” belirlenimi içinde olabilir. Ancak bu “belirlilikler” içinde varoluş, “düşünümlenmiş” olarak bulunur ve düşünümlenmiş olduğu için de “bir şey”, “varolan şey”dir.

Varoluş, Hegel’in nitelemesiyle, “oluşmadan doğar”; oluş ve olmayışın “yalın birliği” ya da “özdeşliğidir.” Bu yalınlıktan ötürü de varoluş “dolaysızın biçimini” taşır. “Aktarımı” olan oluşma, varoluşun arkasında kalmıştır; çünkü söz konusu aktarım “kendi kendini ortadan kaldırmıştır.” Bu yüzden, varoluş, kendisinden yola çıkılması gereken ilk öğe gibi görünür. Varoluşun iki belirlenimi, oluş ve olmayıştır.

Varoluş, kökenbilimsel bakımdan belli bir “yerde” olmadır. Bütün öğeleriyle birlikte “düşünüm” yoluyla varlık kazanır. Varoluşun belirliliği, kendi anlatımında yatan “belirlenmiş” bir belirliliktir.

Bir kavramda belirlenmiş olan, “geliştirici bakışın” alanına, o kavramın içeriğinin alanına girer.

Varoluş, “belirli oluştur”, “somut” oluştur. Bu yüzden de “daha fazla belirlenim” ve “öğelerinin farklı ilişkilerini” içerir.

Nitelik

Hegel’in anlatımıyla, varoluşta somutlaşan oluş ve olmayışın bir ve aynı oldukları dolaysızlık nedeniyle, bunlar, “birbirinin ötesine geçmez.”

Oluş, “genel olan’’, “belirlilik” de “tikel olan” değildir. Belirlilik, “henüz oluştan kopmamıştır.” Ancak belirliliğin oluş ile ilişkisi ya da ilişkilenimi, “henüz ikisinin dolaysız birliğidir.” Dolayısıyla da bu iki öğe, henüz birbirinden ayrımlaşmamıştır.

Bir başına belirlilik, Hegel’in deyişiyle, “olan belirlilik”, “nitelik”tir. Bir başka anlatımla, “yalın olan”, “dolaysız olan”dır. Bununla birlikte, belirlilik, aynı zamanda “genel olandır”, “niceliksel olandır.”

Oluşu ve olmayışı içeren varoluş, “dolaysız-belirlilik” anlamında “niteliğin tek yanlılığının ölçütüdür.” Bu nitelik, “olmayışın belirliliği içine” konulabilir, böylece de “ayrımlaşmış”, “düşünümlenmiş” nitelik olarak belirlenebilir. Olmayış ya da belirlenmiş olan, “düşünümlenmiş olan”dır, “olumsuzlama”dır. Ayrımlaşmış olarak bulunan nitelik, “gerçeklik”tir. Olumsuzlama ile özürlü/sakat olan gerçeklik; yani, olumsuzlama da aynı zamanda “niteliktir”.

Gerçeklik, belirlilik, dolayısıyla da olumsuzlama içerir. Bu yüzden gerçeklik, sınırlılık, noksanlık gibi yönlerden kurtulmuş “olumlu” olarak görülür.

Sonluluk/Bitimlilik

Bir şey ve başka bir şey, Hegel’in kavramlaştırmasıyla, ilk bakışta birbirine karşı “ilgisizdir.” Başka bir şey, dolaysız olarak “varolandır”, “bir şeydir.” Bu yüzden bu iki öğe de “olumsuzlama” içermez. Bir şey, bir başına “kendi başka bir şey için oluşu”na karşıdır.

Bir şeyin kendindeki belirliliği, aynı zamanda o şeyin belirlenimidir. Söz konusu belirlenim, “keyfiyete”, “özelliklere” geçer. Bir şey, “içkin ve aynı zamanda olumsuzlanmış olarak başka bir şey için oluşu” içerir. Bu belirlenim, bir şeyin “sınırı”nı oluşturur.

Bir şeyin içkin belirlenimi, bu niteliği nedeniyle “sonlu olan”dır.

Bir başka anlatımla, içkin olarak bir belirlenim taşıyan her şey, bitimli ya da sonludur. Dolayısıyla, sonluluk, içkin belirlenimin kaçınılmaz bir türevidir.

Varoluşun öğelerinin gelişimi; yani, nitelik ve bir şeyin gelişimi, “olumlu belirlenimdir.” Ancak burada olumsuz belirlenim de gelişir ve Hegel’in nitelemesiyle, “olumsuzlamanın olumsuzlaması”na dönüşür.

Varoluş, belirlenmiştir; bir nitelik taşıyan bir şey, “sınırlıdır.” Bir şeyin niteliği, o şeyin sınırıdır.

Dolayısıyla, nitelik aynı zamanda sınır demektir. Sınır, bir bakıma olumsuzlamadır.

Varoluş ile onun içkin sınırı anlamında olumsuzlamanın karşıtlığının oluşmaya dönüşmesi için, olumsuzlama gelişir. Buradan da “sonluluk” ya da bitimlilik türer.

Hegel’in belirlemesiyle, bir şey “bitimli” ya da sonlu demek, o şeyin salt belirlilik ve nitelik anlamında gerçeklik taşıması, sınırlı olması demek değildir. Tersine, “olmayış, o şeyin doğasını, oluşunu oluşturur” demektir.

Bu saptama gereği, sınırlılık, oluş ile olmayışın karşılıklı belirlenim ilişkisinden türer. Bu yüzden de “her şey sınırlıdır” diye bir tanımlama yapılabilir.

Bitimli şeyler, Hegel’in söyleyişiyle, “olumsuz olarak kendileriyle ilişkilenirler” ve bu özilişkilenim ile “kendilerinin ötesine ulaşırlar.”

Bu şeyler “vardır”; çünkü “bu oluşun hakikati şeylerin sonudur.” Bitimli/sonlu olan şey, herhangi bir şey gibi, “salt değişmekle” kalmaz, aynı zamanda “geçip gider.” Ancak nasıl ki bir şeyin geçip gitmesi olanaklıysa, kalması, bir başka deyişle, “geçip gitmeksizin olması” da olanaklıdır. Bitimli şeylerin oluşu, “geçip gitmenin özünü” içinde taşır. Burada anılan şeylerin doğumu, aynı zamanda onların “ölümüdür.”

Sonluluk, en uç noktaya ulaşan olumsuzlamadır. “Olumsuzlamanın bu niteliksel yalınlığı” nedeniyle, sonluluk, “kavrayışın en dirençli ulamıdır.” Kavrayış, “şeylerin belirlenimine yönelik olmayışı geçicilikten çıkarır, onu saltıklaştırır.” Şeylerin geçiciliği, “kendi başkasında”, yani, “olumluda geçip gidebilir.” Böylece “şeylerin bitimliliği, şeylerden ayrılır.” Geçicilik, şeylerin “ebedi” özelliğidir. Ebedi olan şeyler değil, şeylerin geçiciliğidir.

Sonlu ya da bitimli olan, “sınırlı olandır”, “geçici olandır”; sonlu olan “sadece sonlu olandır”, “geçici olmayandır.”

“GÖRÜNÜŞ” İLE SANATSAL KURGU ARASINDAKİ DOLAYSIZ BAĞ

Burada Almanca “Schein”[2] kavramına karşılık olarak kullandığım "'görüntü” ya da “görünüş” kavramı üzerinde durmanın yaralı olacağı kanısındayım. Bir konunun, nesnenin ya da hususun bilgisi ile o nesnenin ya da hususun “gerçek özelliği” arasındaki benzemezlik, yanıl(sa)ma ya da örtüşmezlik anlamında kullanılan “görünüş/görüntü”, felsefede “oluş” ile “gerçeklik” kavramlarının karşıtı olarak kullanılır.

Ayrıca, öznenin sınırlı bilme yeterliliğine dayanan “nesnel görünüş”, bir başka deyişle, fenomen anlamında somut “görüngü” ile “duyusal yanılsamalardan” kaynaklanan “düşünmenin yanlış çıkarsaması” anlamında “duyusal” ve “öznel” görüntü de birbirinden ayrılır.

Öte yandan insan aklının temel gereksinmelerinden biri, kendi sınırlarını aşarak, “metafizik” şeyleri kavramaktır. Akıl bu bağlamda çoğu kez nesnel ve öznel ilkeleri karıştırır.

Duyusal yanılsamalardan kaynaklanan “düşünmenin yanlış çıkarsaması” olarak “görünüş” ya da “görüntü”, estetikleştirmenin, dolayısıyla da yazınsal yaratımın belirleyici öğesi olan “kurgu ve kurgulayım” ile de yakından ilgilidir.

Kurgu kavramında da “kurgu” ile “gerçeklik” arasındaki karşıtlıktan yola çıkılır. Bu kapsamda “kurgu” yerine “estetik görüntü”, “gerçeklik” yerine de “estetik dışı oluş” ya da “gerçek varlık” kavramı koyulabilir. Bu karşıtlığı temel alarak kurguda belirleyici önem taşıyan şeyin, “öyle olma” ile “öyle(ymiş) gibi görünme” arasındaki kesin ayrım olduğu söylenebilir.

Hegel, “görünüş” (eski deyişle “zevahir”) kavramını konulaştırmıştır. Düşünüre göre, “görünüş”, “oluş” ya da “varlık” (Wesen) kavramının karşıtıdır. “Varlık içermeyen oluş”, görüntü ya da “görünüş” demektir. Varlık içermeyen oluş anlamında görünüş, “dışsal bir şey”, “varlığa yabancı olan bir şey” değildir; tersine bu görüntü, varlığın “kendi görüntüsüdür.” Varlığın “görünüşte görünmesi” ise, “düşünüm” (Reflexion)dür.

Hegel’in Wissenschaft der Logik Mantık Bilimi adlı yapıtının ilgili bölümünün hemen girişindeki belirlemesine göre, “oluş, görünüştür.” Oluş, yokoluş ile olanaklıdır. Dolayısıyla, “görünüşün/görüntünün” oluşunun ya da olmasının temeli, olmanın ya da “oluşun ortadan kaldırılmasında”, onun “yokluğunda” yatar. Bu yokluk ya da hiçlik, “varlıktaki oluşa” sahiptir. Görünüş ya da görüntü, “yokluğu” dışında, bir başka söyleşiyle, “varlık” dışında yoktur. Görünüş ya da görüntü, “olumsuz bir şey olarak belirlenen olumsuzdur.”

Görünüş, “oluşun alanı dışında kalan her şeydir.” Görünüş, kendi varlığından bağımsız bir boyut taşır. Bu bağımsız boyut, görünüşün “ötekisi”, “başkası” olma durumudur. Başka ya da öteki, “varoluş” ve “yokoluş” ya da “varolma” ve “yokolma” gibi iki öğeyi içerir.

Görünüş/görüntü, “oluşun belirliliği içindeki ‘dolaysız’ yokoluştur” ve oluş, “başka” ile ilişkilenimi” içindeki varoluştur; “yokoluşu içindeki varoluştur.” Oluş, “kendi olumsuzlaması içinde varolan bağımlı öğedir.” Oluş için geriye kalan, “dolaysızlığın katıksız belirliliğidir.” Bu yönüyle oluş, “düşünümlenmiş dolaysızlıktır.”

Dolayısıyla, görünüş, “kuşkuculuğun görüngüsüdür.” Bir başka anlatımla, “idealizmin bir görüngüsü” olarak görünüş, “herhangi bir şey”, “rastlantısal bir oluş” değildir.

Görünüşün içeriğine gelince: Bu içerik, “oluş” ya da “kendisi için var olan bir şey” değildir; sadece “oluştan görünüşe aktarılmış” içeriktir. Bu nedenle, görünüş, “dolaysız belirlilik, olan belirlilik” taşır ve “dolaysız olarak belirlenmiş” olandır. Bu niteliğinden ötürü görünüş, “bu ya da şu içeriği taşıyamaz.”    .

Bir başka anlatımla, görünüşün içeriği belirgin ve kesin değildir. Oluşa bağlı ya da oluş tarafından belirlenmiş bir içeriktir. Dolayısıyla, görünüş, taşıdığı içeriği kendisi belirleyemez; “belirlenmiş” bir içerik taşır. Bu niteliğinden ötürü de görünüş, tümüyle öznel algılama ve duyumsamanın alanına girer. Görünüş üzerine kesinlik kurulamaz; çünkü görünüş, olanın değil, olandan türetilen olabilirin tasarımıdır. Sanatsal, dolayısıyla da yazınsal kurgu ile görünüş arasındaki benzerlik de buradan türetilir.

Sayılan nedenleri gözeterek şu çıkarımlar yapılabilir. Hegel’in belirlemesi uyarınca, görünüş/görüntü, “dolaylı bir koşul, varlığa karşı bağımsız bir boyut” içerir. Görünüş, “olmayandır.” Bu bağlamda onu varlıktan ayıran belirlenimler, onun değil, varlığın belirlenimleridir. Ayrıca, “varlığın belirliliği”,ki, “bu görünüştür”, yine “varlıkta ortadan kaldırılmıştır.”

“Görünüşü oluşturan” öğe, “olmamanın dolaysızlığıdır.” Bu olmama, varlığın olumsuzluğundan başka bir şey değildir. Olma, “varlıkta” olmamadır. Olmanın/oluşun “yokluğu”, “varlığın olumsuz doğasıdır.” Olmamanın içerdiği dolaysızlık ya da “aldırışsızlık”, “varlığın saltık özerkliğidir.” Varlığın olumsuzluğu, onun “kendisiyle eşitliği”dir; bir başka anlatımla, kendi “yalın aldırışsızlığıdır.” Oluşun kendisini “varlıkta” sürdürmesi ya da korumasının nedeni bu özelliktir. Oluş kendisini varlıkta sürdürdüğü için, varlık, “oluş”tur.

Varlığa karşı görünüşte belirlilik taşıyan/kazanan dolaysızlık, bu yüzden, varlığın kendi dolaysızlığından başka bir şey değildir. Ancak bu dolaysızlık, varolan dolaysızlık değil, “aktarılmış, düşünümlenmiş” dolaysızlıktır. Aktarılmış, düşünümlenmiş dolaysızlık da “görünüşten” ya da “görüntüden” başka bir şey değildir.

Bu öğeler, yani, görünüşün özellikleri olan “bulunma”, “olma” anlamında yokluk ve “öğe” anlamında yokluk ya da “görünüşün öğelerini oluşturan varolan olumsuzluk, düşünümlenmiş dolaysızlık”, aynı zamanda “varlığın öğeleridir.” Dolayısıyla, varlığın varoluşta somutlaşan bir görünüşü yoktur; “varlıktaki görünüş, başkanın/ötekinin görünüşü” değildir; tersine varlıktaki görünüş, “bir başına görünüştür; varlığın kendi görünüşüdür.”

Hegel’in nitelemesiyle, görünüş, “varoluşun belirliliği içindeki varlıktır.” Varlığa “görünüş kazandıran” bu şey, “varlığın kendi içinde belirli olması”, dolayısıyla da “kendi saltık birliğinden ayrılmış olmasıdır.”

Varlık, “özerk olandır”; bir başka deyişle,“bağımsız”, kendi başına olandır; bu özellik, varlığı varlık yapan “kendi olumsuzlaması”ndan kaynaklanır. Varlık ve onun olumsuzlaması, varlığın kendisiyle “etkileşerek” varolmasının, “saltık olumsuzluğun ve dolaysızlığın özdeş birliğinin” kaynağıdır. Söz konusu olumsuzluk, bir başına olumsuzluktur; “özüyle ilişkilenmedir böylece de bir başına dolaysızlıktır. Ancak bu dolaysızlık, 'olumsu/ilişkilenmedir’’, “kendi özünü dışlayıcı bir yoksaymadır.”

Hegel’e göre, görünüş, “bir başkasında, kendi olumsuzlamasında bir oluşa sahip olan olumsuz öğedir.” Görünüş, kendinde ortadan kaldırılmış ve yok olmuş olan “özerksizliktir”; bu yüzden kendi için geri giden “olumsuz öğedir”; kendinde bağımlı olan “bağımlı öğedir.” Olumsuzluğun ya da “özerksizliğin kendisiyle ilişkilenimi”, görünüşün dolaysızlığıdır ve belirliliğin ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkan görünüşün/ görüntünün kaynağıdır.

Hegel’in kavramlaştırmasıyla, “varlıkta görünüş olan belirlilik, sonsuz bir belirliliktir.” Bu belirlilik, “kendisiyle bağıntılanan olumsuz öğedir”, belirli olmayan belirliliktir. Bunun tersi de doğrudur. Bir başka anlatımla, “kendisiyle ilişkilenen dolaysızlık anlamında özerklik” de “belirlilik ve öğe”dir; salt özüyle ilişkilenen olumsuzluktur.

Dolayısıyla, görünüş, “varlığın kendisidir”; ancak, “belli bir belirlilik içinde varlığın kendisi” ve varlığın bir öğesidir. Daha açık bir söyleyişle, varlık, “kendi içinde görünme”den başka bir şey değildir.

Oluş ile yokoluş, karşılıklı bir belirlenim içindedir; oluş ile yokoluşun gerçekliği “oluşma”dır. Varlığın alanı, “önce varlık ile yokluğu, sonra da varlık ile görünüşü” kapsar. Yokluk ile görünüş, “oluşun artığı, geriye kalanıdır.” Görünüş, yokluktur, olmayıştır; “sonsuz devinim” anlamında varlık ya da oluş ise “görünüşten çok daha fazla şeyi” içerir. Sonsuz devinim anlamında “oluş”, “olumsuzluk olarak kendi dolaysızlığını, dolaysızlık olarak da kendi olumsuzluğunu belirler.” Varlığın kendisinin “görünme” olmasının nedeni budur. Kendi “özdevinimi içindeki” varlık, “düşünüm” dür.

Düşünüm neyse, görünüş odur; ancak görünüş, dolaysız düşünümdür. Düşünüm, “kendi dolaysızlığına yabancılaştırılmış” görünüştür.

Çelişki gibi görünmesine karşın, Hegel, varlığı da düşünüm olarak nitelendirir. Varlık, Hegel’in söyleyişiyle, “oluşmanın ve kendi içinde kalan dönüşmenin devinimidir.” Burada ayrımlaşmış, farklılaşmış olan, “kendi içinde olumsuz öğe” olarak, “görünüş” olarak belirlenmiştir. Oluşmanın da kaynağı ve ortamı olan varoluşun belirliliği, “başka ile ilişkilenme”dir.

Bir başka anlatımla, kendi dışında bir şeyle ilişkilenmeyen herhangi bir şey, belirlilik kazanamaz. Başka ya da öteki olmadan, bunlarla ilişki kurulmadan, belirlilik kazanmak olanaklı değildir. Öteki ya da başkayla ilişkilenmek için ise, belirginleşmek isteyen şey, kendi dışına çıkmak zorundadır.

Öte yandan, bir başına olumsuzlama olarak başka anlamında “düşünümleyen devinim”; yani, salt özüyle ilişkilenen “olumsuzlama” bir “oluş” olabilir.


[1] G. W. F. Hegel, Wissenschaft de Logik 1, Werke in zwanzig Biinden, Band 5, Suhrkamp, Frankfurt am Main, 1983, s. 82-142.

[2] “Görünüş” kavramını, Hegel, Wissenschaft der Logik II-Manttk Bilimi II, Suhrkamp, Frankfurt am Main, 1983 (s. 17-28) adlı yapıtında kuramsallaştırmıştır.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült