Genç Yazara

Joyce Carol Oates


Yüreğinizi yazıya dökün.

Asla konunuzdan ve konunuza karşı olan tutkunuzdan utanç duymayın.

"Yasaklanmış" tutkularınız, büyük olasılıkla yazmanız için sizi tetikleyecek. Tıpkı uzun zaman önce ölmüş babasına karşı yaşamı boyunca öfke duymuş olan Amerikalı büyük oyun yazarımız Eugene O'Neill, yaşamı boyunca annesine karşı öfke içinde olan Amerikalı büyük nesir ustamız Ernest Hemingway, yaşamları boyunca kendini öldürmenin coşkunluğuyla akıllarını çelen baştan çıkarıcı Ölüm Meleği'yle mücadele veren Sylvia Plath ve Anne Sexton gibi. Dostoyevski'de şiddetli bir kendini yaralama ve Flannery O'Corınor'da "inanmayanlar'ın sadistçe cezalandırılmaları içgüdüsü. Edgar Allan Poe'daki delirme ve geriye döndürülmez, ağza alınmaz bir suç işleme korkusu bir ihtiyarı ya da bir eşi öldürme, birisinin "çok sevilen" kedisinin gözlerini çıkarma. Saklı kalmış benliğinizle ya da benliklerinizle mücadeleniz sanatınıza yol verir; bu hisler, yazmanızı yönlendiren ve başkalarına belirli bir uzaklıktan "çalışmak" olarak görünecek saatleri, günleri, haftaları, ayları ve yılları olanaklı kılan ateştir. Zar zor anlaşılan bu dürtüler olmasa, görünüşte daha mutlu bir insan ve toplumunuzun daha ilgili bir yurttaşı olabilirsiniz fakat muhtemelen esaslı bir şeyler yaratmazsınız.

Daha yaşlı bir yazar, yeni bir yazara ne tür bir öneri vermeye cesaret eder? Ancak yıllar önce kendisine söylenmiş olmasını isteyebileceği şeyi: Cesaretiniz kırılmasın! Etrafınıza yan yan bakışlar atmayın ve kendinizi akranlarınız arasındaki başkalarıyla kıyaslamayın! (Yazmak bir yarış değildir. Aslında "kazanan" kimse olmaz. Tatmin, çabada ve nadiren neticede gelen ödüllerdedir.) Ve yine; yüreğinizi yazıya dökün.

Farklı şeyleri ve gerekçelendirme yapmadan okuyun. Okumak istediğinizi okuyun, başkalarının size okumanız gerektiğini söylediği şeyi değil (Hamlet'in dediği gibi, "'meli,malı'nın ne demek olduğunu bilmiyorum"). Sevdiğiniz bir yazara dalın ve onun ilk yapıtları da dahil olmak üzere yazdığı her şeyi okuyun. Özellikle de ilk yapıtlarını. Büyük bir yazar, büyük, hatta iyi olmadan önce, belki de tıpkı senin gibi bir yol arıyor, el yordamıyla bir ses edinmeye çalışıyordu.

Özellikle kendi kuşağınız için değilse de, kendi zamanınız için yazın. "Gelecek nesil" için yazamazsınız öyle bir şey yok. Mazi olmuş bir dünya için yazamazsınız. Bilinçsizce var olmayan bir okuyucuya sesleniyor olabilirsiniz; memnun olmayacak birini ve memnun etmeye değmeyen birini memnun etmeye uğraşıyor olabilirsiniz.

(Fakat kendinizi "yüreğinizi yazıya dökmek" konusunda yetersiz hissederseniz ürkek, utangaç, başkalarının hislerini incitmekten ya da yaralamaktan korkmuş gibi, makul bir çözüm bulmayı ve takma isimle yazmayı isteyebilirsiniz. "Kalem adı"nda mükemmel bir biçimde özgürleştiren, hatta çocuksu bir şey var: yazı yazdığınız ve size ekli olmayan bir araca verilen hayali bir isim Koşullarınız değişirse, yazan kimliğinize her zaman sahip çıkabilirsiniz. Her zaman yazan kimliğinizi terk edebilir ve bir yenisini yaratabilirsiniz. Erken yayımlanmak, şüpheli bir lütuf olabilir: hepimiz ilk kitaplarını yayımlatmamış olmak için her şeyi verebilecek ve var olan tüm kopyaları satın almak için dolanan yazarlar tanırız. Çok geç!)

(Pek tabii ki, öğretmeyi, dersleri, okumaları içeren profesyonel bir yaşam istiyorsanız toplum içinde bilinecek bir isim kullanmak durumunda kalacaksınız. Fakat yalnızca bir isim.)

Dünyanın size adil davranmasını beklemeyin. Hatta merhametlice davranmasını bile beklemeyin.

Hayat, tepe üstü yaşanır; tıpkı lunapark treninde yol almak gibi: "sanat" soğukkanlı bir biçimde seçicidir ve yalnızca geçmişe bakılarak yaratılabilir. Fakat hayatı, onun hakkında yazmak için yaşamayın çünkü böyle yaşanan bir "hayat" yapay ve anlamsız olacaktır. Büsbütün alternatif bir yaşam keşfetmek daha iyi. Çok daha iyi!

Çoğumuz, hayatımızın akışı içinde pek çok kez sanat yapıtlarına aşık oluruz. Kendinizi bir başkasının yapıtına hayranlık duymaktan, hatta tapmaktan alıkoymayın. (Degas Manet'ye nasıl tapardı! Melville Hawthorne'a nasıl aşıktı! Ve Whitman genç, tutkulu ve coşkuyla dolup taşmış kaç şaire baba olmuştu!) Heyecan verici, dikkat çekici, rahatsızlık verici bir ses ya da düşünce bulursanız, kendinizi ona verin. Ondan öğrenecekleriniz olacaktır. Hayatım boyunca Lewis Carroll, Emily Bronte, Kafka, Poe, Melville, Emily Dickinson, William Faulkner, Charlotte Bronte, Dostoyevski gibi çok farklı yazarlara aşık oldum (ve hiçbir zaman da aşık olmaktan tam olarak vazgeçmedim). Bir süre önce, Mark Twain'in Huckleberry Finn’ini okurken, romanın tüm bölümlerini ezberlemiş olduğumu fark ettim. James T. Farrell'in şimdi adeta okunmamış gibi olan Studs Lonigan adlı üçlü yapıtını yeniden okurken, tüm bölümleri ezberlemiş olduğumu fark ettim. Emily Dickinson'ın, büyük olasılıkla kendisinden bile daha ayrıntılı bildiğim şiirleri var; bu şiirler belleğime öyle bir biçimde kazınmışlar ki, onunkinde böylesine yer edemezlerdi. William Butler Yeats'in, Walt Whitman'ın, Robert Frost'un, D.H. Lawrence'ın, ilk keşfedişimin üzerinden yıllar geçtikten sonra bile içimi hala heyecanla titreten şiirleri var.

Bir idealist olmaktan, romantik ve "arzulu" olmaktan utanç duymayın. İlginize karşılık vermeyecek insanları arzularsanız, arzunuzun muhtemelen onlara dair en değerli şey olduğunu bilmelisiniz. Karşılıksız olduğu sürece.

Klasikler hakkında çabucak peşin hüküm vermeyin. Çağdaş eserler hakkında da. Okumak için zaman zaman beğeninize ya da beğeniniz olduğuna inandığınız şeye aykırı kitaplar seçin. Bu, erkek dünyasıdır; duyarlılığı feminizmle ateşlenen bir kadın, burada can sıkıcı ve rahatsız edici pek çok şey bulur, fakat gözlerini dikip içeriye bakan bir yabancı olmanın ne anlama geldiğini bilmekte öğrenecek ve esinlenecek çok şey vardır. Yirmi birinci yüzyılın bakış açısıyla okunan ve biri kendi dehası içinde ilkel, diğeriyse cesaret kırıcı bir biçimde "modern" olan Homeros'un Odysseia'sı ve Ovidius'un Metamorfoz’u gibi büyük yapıtlar, kadın ve erkek okuyucuları çok farklı şekillerde etkiler. Bir kadın acısının, öfkesinin ve "adalet" umudunun gerçekliğini kabul eder; hatta intikam umudu bile, yaşamında olmasa da yapıtlarında iyi bir şey olabilir.

Dil, sayfa üzerinde buz gibi soğuk bir araçtır. Bizler, oyuncular ve sporculardan farklı olarak, dilersek yeniden hayal edebilir, gözden geçirip düzeltebilir ve tamamen yeniden yazabiliriz. Çalışmamız tıpkı bir taşa basılır gibi bir kitaba basılmadan önce üzerindeki hükmümüzü koruruz. İlk karalama tökezletebilir ya da bitkin düşülebilir, fakat bir sonraki karalama ya da karalamalar daha yüksek bir seviyeye geçirecek ve ferahlatacaktır. Yeter ki inancınız olsun: ilk cümle, son cümle yazılana dek yazılamaz. Ancak o zaman nereye gittiğinizi ve nerede olduğunuzu bilirsiniz.

Roman, tek çaresi roman olan bir derttir.

Ve son bir kez daha: Yüreğinizi yazıya dökün

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült