Ozan olmayanlar bunları anlayamazlar. Bir gün Fourier tüm görkemiyle bize
evrenin gizlerini açıklamaya geldi. Her ne kadar, beyninin hata yapmamak ve
sezginin tinsel güvenirliğine birdenbire inanmak için gereğinden fazla bir
özdeksel kesinlik düşüncesi ile dopdolu olduğuna inanıyorsam da yine de,
onun ince buluşlarının bir bölüğünü yadsıyamayacağım. İnsanlığın, doğanın
seyrinde olduğu kadar, şiirlerini okurken de eğitimini tamamladığı yetkin
ozanları da bize aynı incelikle tanıtabilirdi. Gerçekte daha yüce bir ruh
taşıyan Swedenbourg da bize gökyüzünün koca bir insan olduğunu, her şeyin
biçimin, devinimin, sayının, rengin, kokunun doğada olduğu gibi ruhta da
belirleyici olduğunu, evrişik, karşılıklı, bir uyuşum içinde olduklarını
daha önce söylemişti. Lavater, insanın yüzünde evrensel gerçekliğin
yansımasını görerek, yüce boyutluluğun tinsel anlamını bize aktarmıştı. Bu
yansımayı daha da genişletirsek (ki bu yalnızca bir hak değil, başka
türlüsünü yapamayacağımız bir davranıştır da), o büyük gerçeğe, her şeyin
bir çiviyazısı olduğu gerçeğine varır; simgenin anlaşılmazlığının görece
olduğu, bir başka deyişle, katıksızlığa, iyi niyete, ruhların o doğuştan
gelen ileri görüşlülüğüne bağlı olduğu gerçeğine varırız. Gerçekte bir ozan
(sözcüğü, kendisine verilen tüm anlamlarla kullanıyorum), bir çevirmenden ya
da bir şifre çözümleyicisinden başka ne olabilir ki! Yetkin ozanlarda
eğretileme yoktur; benzetme, günümüz koşullarında matematiksel geçerliği
olan bir uyarlamadan başka bir şey olmayan önadlama yoktur: çünkü bu
eğretilemeler, bu benzetme ve önadlamalar, evrensel benzeşimin o uçsuz
bucaksız kuyusundan elde edilebilir ancak, başkaca da hiçbir yerden elde
edilemezler.
(Art Romantique, s. 244-245)