Eleştiriye roman eleştirileriyle başladınız. Bunu kısa süre sonra öykü eleştirileri izledi. Giderek de öne geçti. Yakıtı dönem öykücülüğümüzün panoramasını çizen bir yattı var bu yaklaşım ve eleştirilerinizin. Önce öykü eleştirisi üzerinde duralım diyorum. Edebiyat disiplinleri içinde böyle bir ayrımdan söz edebilir miyiz?
Temelde ilkece bir ayrılık olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca belli bir türe daha yakın bir ilgiyle eğilmek, o türün iç sorunları üzerinde daha çok düşünmüş olmak, belki biraz meleke kazandırıyor insana.
Bizde bu yönelimin örneklerinden söz etmek mümkün mü?
Tam olmasa da, gevşek bir biçimde: Roman, Fethi Naci’den sorulur, öyküye Füsun Akatlı karışır (şimdi artık Semih Gümüş de var!), şiir, Doğan Hızlan’ın, Mehmet H. Doğan’ın, Mehmet Fuat’ın alanına girer gibi genel bir algılayış var. Herhalde, eleştirmenlerin en çok hangi türe ilgi duyduğuna bakarak çıkarılıyor bu şema!
Öykü eleştirisinde yöntem... dersem. Yani herhangi bir yazınsal metni ele alış gibi mi yaklaşmalı öykü’ye ya da öykü eleştirisinde farklı bir yöntem mi oluşturmalı?
Yöntem tektir.
Gelişen yazın türleri kendi eleştirilerini de getirir diye bir yaklaşım doğru mudur, sizce?
Hayır, öyle bir durum gözleniyor mu, mesela bizim edebiyatımızda?
Sizin öykü eleştirilerinize geçmeden önce; Bir Pencereden? (1982) oluşturma düşüncenizi öğrenmek istiyorum. Öykü eleştirisi üzerine ilk (örneklemeli) kitaptı. Adalet Ağaoğlu, Hulki Aktunç, Oğuz Atay, Selçuk Baran, Fakir Baykurt, Muzaffer Buyrukçu, Orhan Duru, Ferit Edgü, Nazlı Eray, Leyla Erbil, Şiir Erkök, Füruzatı, Nedim Gürsel, Selim İleri; Bilge Karasu, Onat Kutlar, Demir Özlü, Sevgi Soysal, Necati Tosuner, Tomris Uyar... Her bir öykücüyü irdeliyor, yapıtlarını değerlendiriyor; öykülerinden de birer örnek veriyordunuz. Bu hangi ivmeden doğdu?
Necati Tosuner’in Derinlik Yayınları diye bir yayınevi vardı. Benden 1960 öncesi ve 1960-1980 sonrası Türk öykücülüğünü iki ciltte ele alarak incelememi ve bunları aynı zamanda birer antoloji ile bütünleştirmemi istemişti. Ben bu işi üzerime aldım ve ikinci ciltten başlayarak yürüttüm. Ancak kitabı tamamladığımda Tosuner, yayınevini kapatmak zorunda kalmıştı. Ben de, o yıl yeni kurulmuş olan Adam Yayıncılık benden bir kitap isteyince bu çalışmayı önerdim onlara. Bir Pencereden’in macerası böyle. Fakat sonra, Cumhuriyet dönemi hikayeciliğimizi 1960’a kadar getirecek olan kitabı yazmadım artık.
Öykücüler, öykü kitapları üzerine yazarken neleri gözetirsiniz? Yazara, kitaba ilgi odağınızı çeken nedir?
Yazarın yarattığı öykü dünyası; malzemesinden kurgusuna, dilinden biçemine kadar ilgimin odağında yer alır. Sonra yazarın ve kitabının Türk hikayeciliği içindeki yerinin ve öneminin belirlenmesi (en azından benim kafamda belirlenmesi) de gerekir.
Öykü eleştirisini var edebilecek, ya da bunun önünü açabilecek bir öykü kuramı, hatta öykü tarihi, öykü sanatıyla ilgili yoksun olduğumuz bilinir. Öykücülüğümüzün bugün 'gelişmiş’, 'iyi’ bir noktada olması öykü eleştirisi için yeterli midir, sizce?
Tamamen yeterlidir. Kuramla, tarihle vb. ile eleştiri yazılmaz. Eleştirinin temeli öykünün ta kendisidir.
Öykü eleştirisi öncelikle kime seslenmeli, sizce?
Bütün edebiyat eleştirisinin seslendiği yere: Okura, okur-yazar-eleştirmen ilişkisinden doğacak/doğabilecek tartışma zeminine, edebiyat tarihine.
Sizin, giderek, bu tür kuramsal yazılar yazabileceğinizi düşünmüşümdür hep. Birçok yazınıza bu umutla yöneldiğimi hatırlarım. Artık zamanı gelmedi mi, ne dersiniz?
Böyle bir niyetim olsaydı, zamanı gelmiş değil hatta geçmiş sayılabilirdi şu saatte. Ama benim hiç böyle bir niyetim ve hevesim olmadı.
Bir öykü atölyesi oluşturma düşüncesini geliştirirsek; öykü yazmak, öykü sanatı/kuramı/eleştirisi adına yola çıkarsak; küçük gruplara nasıl bir çerçeve çizer, önermelerde bulunursunuz?
Önce belli örnekler üzerinde çözümleyici bir okuma yapılmalı, bazı saptamalara ve değerlendirmelere yönelinmelidir derim. Daha sonra belki katılımcılara küçük öyküler yazdırılarak, aynı çalışma o örnekler üzerinde tekrarlanır ve karşılaştırmalar için zemin yaratılmaya çalışılabilir. Bilmem; şu anda aklıma böyle bir program geldi. Belki başka türlü işler de düşünülebilir.
Son olarak şunu sormak istiyorum: dil üzerine titizliğinizi bilen biliyor. Yazının başlama noktasında bu bilinçlilik için epeyce yazdınız. Öykü dilinin gelişimi ile öykü eleştirisinin dili birbirini etkiler, geliştirebilir mi sizce? Yoksa?!
Bence dil bilinci çok daha kapsayıcı bir kültür elemanı olarak düşünülmeli. Öykü dilinin gelişimi, yazarın dünyasıyla ilişkili bir şeydir. Genel dil (Türkçe) ile ilişkisi, öykü düzleminde değil, daha genel ve üst bir düzlemde kurulmalıdır. Öykü eleştirisinin dili ise, kendine özgü, spesifik bir "öykü eleştirisi dili" diye bir şey yoktur ki.