Edebiyatımızda Bir Kılavuz: Bilge Karasu

Füsun Akatlı


Bilge Karasu, her kitabında, öncekilerden farklı, “yeni” bir yazı serüveninin izlerini sürmesini sağlar okurun. Bir yandan da, yayımlanmış altı kitabının hepsinde, onu Bilge Karasu yapan yazınsal tutum aynı kalır. Öyle ki, takipçi bir Bilge Karasu okuru, hem dingin bir yazınsal eğitim süreci, hem kendi iç dinamizmi olan heyecanlı bir etkin katılım yaşamaktadır her kitapla.

Kılavuz, bu söylediklerimi pekiştiren bir Karasu yapıtı olmanın yanısıra, önceki kitapların “yeni”liğinden farklı bir anlamda yeni. Geriye, ta Troya’da Ölüm Vardı’ya (1963) uzanan, Kısmet Büfesi (1982) dolaylarından geçen uzun bir yolu düşündürüyor; ama o yolun, şimdiye kadar yazarının uğramadığı bir konağında.

Genelde Karasu'nun ne biçemine yalın, sade denebilir, ne iletisine. Onun yazarlığını belirleyen özelliklerden biri, kurguda ve dilde çok katmanlılık, bir çeşit kontrpuan gözetimidir. Bu da şimdiye dek, onun kendini ancak çözümleyici bir okumaya açan bir yazar olarak görülmesini (hatta zaman zaman bunun da abartılarak, güç anlaşılır, okurdan özel donanım bekleyen metinlerin yazarı sayılmasını) sağlamıştır.

İşte Kılavuz'u Karasu yazısı içinde farklı bir yere konumlayan özellik, hu anlatının, dilde damıtılmış bir sadelik ve kurguda sürükleyici hir akıcılıkla, neredeyse bir solukta okunup alımlanabilmesidir diyeceğim. Öyle ki, metnin çekiciliği, aldatıcı bir düzayak yorum tehlikesini bile barındırmakta. Oysa olayların ve ilişkilerin derinliğine, dolayısıyla metnin katmanlarına inmek, yazınsal açıdan, düzayak bir okuyuştan kuşkusuz daha heyecan verici olacak.

Kılavuz, Bilge Karasu. Remzi Kitaabevi 1990.

Örneğin, “Troya”nın iklimini ve coğrafyasını andırır bir atmosfere yerleşen, Kısmet Büfesi’nin görsel ağırlıklı yapısını çağrıştıran, ama görselliğe devingenlik ve tempo kazandırarak bir film öyküsü etkisi yaratan bu anlatı; gerçeklik/düşler/düşlemler ilişkisi düzleminde okunabilir. Yazarın tanıdık usta-çırak izlekçesini Kılavuzun kişileri arasındaki bağımlılık ilişkisine yansıyan biçimiyle, yeni bir görüngeden okumak ilginç olabilir. Bunlara, başka okuma/yorumlama yaklaşımları, çeşitlemeleri eklenebilir. Olanca sadeliğine ve sürükleyiciliğine karşın, unutulmamalı ki Kılavuz, yine de, Türk edebiyatının en “yoğun” yazan yazarlarından biri olan Bilge Karasu’nun kaleminden çıkmıştır.

Kılavuz’un, son anda kitapta yer almasından vazgeçilmiş alt başlığı, “TV için düşünülmüş bir karabasandı. Oldukça açıklayıcı bir altbaşlık bu. İki bölümü var:
1) TV için düşünülmüş, 2) Bir karabasan.

Anlatının can damarlarından ikisini yakalayabiliyoruz buradan. Tabii sadece buradan değil; anlatının kendisi veriyor bu damarları zaten bütünlüğü içerisinde.

Önce ilk bölümü ele alalım: “TV için düşünülmüş” olmanın getirdiği temel özellik, kuşkusuz, görsellik. Gerçekten de, Kılavuz’ un tümünü bir film gibi düşünebilmemiz için yeterli donanım metinde hazır. Sol sütuna yazılacak “görüntü” öğeleri ya zaten yazılı, ya da sağ sütunun göndermelerinden rahatça çıkarılabiliyor.

Tabii bir yandan, sürekli olarak, bir “yazma” eyleminin söz konusu olduğu da unutulmamalı. Anlatı kişilerinden Uğur’un günlüğü anlatı boyunca “yazılmaktadır” ve Kılavuz’un kendisi de, o günlüğün versiyonlarından biri muhtemelen sonuncusu ile özdeşleşmektedir. Görselliğe bu yazı nasıl döşenebilir sorusu, Kılavuz için, çözülmez bir soru değil. Karasu metinlerinin yazı/yazan/yazma eylemi ilişkilerini sık sık gündeme getirdiğini biliyoruz. Karasu yazarlığının ana sorunlarından biri budur diyebiliriz hatta. Ama Kılavuz’da “yazma” ile “kurma/kurmaca” arasındaki ilişki; “kurma”nın çeşitli biçimleriyle, görsel düzleme taşınabilecek yönleriyle ele alınıyor. Parçalardan bütünleme, bina etme, yapı oluşturma da “kurmadır; düş kurma, bağlantı kurma, sonuç çıkarma da birer “kurma”dır.

Hatta, fazla zorlamaya gerek hile kalmaksızın, kaygılanma sonucunu doğuran düşünceler üretip birbirine ulama da hir “kurma”dır. “Kurumu”, böylesi kurmaların bir çeşit ürünü sayılabilir.

Böyle bakılırsa, Bilge Karasu her zaman olduğu gibi burada, Kılavuzda da kurmanın/kurmacanın peşinde. Ama şu yoldan, ama bu yoldan. Ama zihinsel, düşünsel düzlemde, ama görsel düzlemde! Kılavuz’un görselliği, Karasu yazısı içinde şöyle bir özelliği ile ayrılabilir: Görsellik hu kez devingendir. Yani, örneğin Kısmet Büfesi de görsel ağırlıklı metinlerden oluşan bir kitaptı ama, durağan resimler, tablolar çıkarıyordu karşımıza. Deyim yerindeyse, eski ifadesiyle “levha”lar! Oysa Kılavuz’da bir akış, bir süreklilik, bir devingenlik kazanmıştır anlatının görselliği. Bu da ona, bir film yapısına rahatça uyarlanabilecek bir ritm, bir tempo kazandırmakta.

Ritm, tempo dendikte hemen akla, anlatının üç bölümünde gözetilen tempo geliyor. I. Bölüm hızlı, Il. Bölümde ağırlaşıyor, III. bölüm en hızlısı. Yazının, formun bu niteliğine, dilsel/anlatısal karşılıklar da tekabül ettirilmiş. Karasu metinleri, müzik yapılarıyla sıkı ilişkiler içinde düşünülmelidir her zaman. Kılavuz'un, “sonat” olarak tasarlanmış olduğunu biliyorum. Matematik yapının yanısıra ritm, tempo açısından da bu bilgiyi akılda tutmakta yarar var.

Gelelim, altbaşlığın ikinci bölümüne: “Bir karabasan”! Doğrusu Kılavuz’da betimlenen çevreyi: güneşli, aydınlık, dingin tatil atmosferini bir karabasanın fonu olarak düşünmek güç. Yer yer olağanüstü bir erinç duyumsatıyor Kılavuz’un çevresel atmosferi okura. Ama bu dinginlik; düş, düşlem, karabasan cephesi ile gerçek cephesinin geçişkenliğini sağlamada bir efekt olarak mı düşünülmüştür acaba!

“Sanki her şey birilerinin, birinin, örneğin Uğur’un düşlerinde olup bitiyor. Pek garip bir yerlerden geçiriliyor gibiyiz” der İhsan. Öyledir. Her şey, birilerinin düşlerinden birinde geçiyor gibidir. “Düş” diye okuduklarımız için böyle olduğu gibi, “gerçek” diye okuduklarımız için de böyledir Kılavuz'da. Fırtınalar, karabasanlar, gizler, muammalar birer düştür de, uyanıldığında “yaşam sakin sakin devam ediyor” demek isteyen dingin bir tatil evi, tatil köyü ile ifade edilen bir nesnel yaşam sürekliliği ile mi karşılaşılmaktadır? Yani Bilge Karasu, karabasana kontrast olarak mı, böylesine dingin bir çevre taşanını koymuştur Kılavuzun zeminine? Ben böyle düşündüm.

Fakat, evet! Yine de bir karabasanın egemenliği duyumsanmaktadır anlatı boyunca. Birbirini doğuran sorular, romanın hiç gevşemeyen gerilimi, düşlerle gerçeklerin birbirinden seçilemeyen, birbiri içinde eriyen alanları, ölümler, cinayetler, intiharlar, kazalar... hep “karabasan" öğeleridir. Karabasan görüngesinden bakıldığında, teker teker seçilip belirlenebilir Kılavuz'un kilit (ya da anahtar) izlekleri: Önce Karasu’nun değişmez ve vazgeçilmez izlekleri; ölüm/korku/sevi, av/avcı/usta/çırak... bunları adım adım izleyebilir, çözümleyebiliriz Kılavuz'da da. Sora, bu anlatıda öne çıkan ek ya da yan izlekçeler, motifler sıralanabilir: uyku/düş/gerçek, kaza/intihar, oyun, suçluluk/vehim, ilişki/dostluk/sevi/sahiplenme/bağımlılık...

Anlatının yönlendirici kişilerinden olan Mümtaz bey’in bir çalışması söz konusu edilir ara ara. Bu çalışmanın konusu, Kılavuz'un kişilerinin ve onlar arasındaki ilişkilerin kuruluşunu anlamaya da yardımcı olacak anahtarlardan biri, belki en önemlisi sayılmalı:

“İnsanlar, kendilerini nasıl bilir, nasıl tanımlarlar? Genel çerçeve bu. Örneğin, kimi insan şöyle şöyle bir insanım der; kendini olduğuyla tanımlar. Kimi insan ise, olmadıklarıyla bilir kendini, kendini tanımlarken en sağlam bildiği, ‘şöyle olmadığı’ ya da ‘böyle yapmadığıdır’. Bu iki... eğilimi diyelim ortaya çıkarmak, daha iyi tanımak, öğrenmek için giriştiğimiz bir araştırmaydı bu./... ) İhsan, yumuşacık bir sesle, daha çok kendi kendine sorar gibi ‘Dirime, ölüme bakışlarında da bir ayrım yaratıyor mu, bu ayrı eğilimler insanlarda?" (s. 912)

Yılmaz Bey'in Uğur'a armağanı Goya'nın bir tablosuydu. Altında şöyle bir yazı vardı tablonun: “Usun uykuya dalması, canavarlar üretir.’' Anlatı boyunca okurun zihnini çelen ve tedirginlik yaratan sorulara bir yanıttır adeta bu söz.

Romanın kişileri arasındaki ilişkilerin niteliği üzerine düşünülecek olursa, Kılavuz'un boyutları daha da genişleyecektin Yine Mümtaz Bey’in kılavuzluğunda, insan ilişkileri üzerine düşünmeye yönlendirilir İhsan'la Uğur ve elbet okur:

“Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde, karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri./.../ Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık gözeterek birbirlerini birbirlerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse benden... Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan, seni kendine bağlamasını başaranlar vardır... Günün birinde geldikleri gibi giderler. Ya alacaklarını aldıkları, bu da kendilerine yettiği için... Tabii, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir... Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için. Yani ‘başkası yağmalanır ama ben, başkasının kullanabileceği bir toprak değilim’, türünden bir tutum.... Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler..." (s. 1212)

Olayların akışına, merak böceğinin peşine takılınınca ikinci plana itilmesi olası görünen “ilişki” motifi, Kılavuz'un onsuz olunmaz bileşenlerinden biridir bence. Kılavuz'u Bilge Karasu “corpus”u içinde de, Türk edebiyatı içinde de özgün kılan özellikler üzerinde düşünülürken, bu yapıtın “felsefe”si gözardı edilmemeli.


 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült