Bugün edebiyatımızda gözlemlenen ilginç yanlardan biri de yazarlarımızın
arasındaki sevgi bağının giderek azalmış, yitip gitmiş olmasıdır. Bu da,
bir yerde, edebiyat sevgimizin yitmesine kadar uzanan sonuçlar
doğuruyor. Bir şairin şairleri sevmeyişi, şiiri sevmeyişi düşünülebilir
mi? Bir ressamın başka ressamları, resmi sevmeyişi düşünülebilir mi?
Sanat uğraşı bir yerde belli bir sanatçılar kümesinin ya da kuşağının
ortak izlerini de taşımaz mı? Dostoyevski, Gogol’e hayran değil miydi?
Victor Hugo, Chateaubriand’ın yapıtlarını sevgiyle okumuyor muydu? Başka
sanatçıları sevmeyen, hiçbir hayranlık duygusu kalmamış bir sanatçı
artık ölmüş bir sanatçıdır. Ne yazık ki edebiyatımızda nicedir böyle bir
durum var. Bunu yalnızca siyasal tavırlardaki bölünmelerle de
açıklayamayız. Bir bölük şair, yazar, edebiyatı siyasal açıdan
küçümsüyor, hafife alıyor, doğru. Ama bunların dışındaki yazarların da
edebiyata sevgiyle bakmadıklarına tanık oluyoruz. Acıdır bu. Kendi uğraş
alanını küçümseyen bir kimsenin büyük yaratı ürünleri ortaya
koyabileceği düşünülebilir mi? Bir Yunus’un Mevlana’ya bir çeşmeye koşar
gibi koştuğunu düşünün, bir de bizim arkadaşlarımızı.
Kısaca, hepimiz kötüyüz. Sevmiyoruz birbirimizi. İkiyüzlüyüz.
Bu durum günümüz edebiyat ürünlerinin üretici bir ortak devinimin sonucu olmasını engelliyor. Tuhaf bir karmaşa görünümü kazandırıyor onlara. Şairler birbirini sevmiyor, yazarlar birbirini sevmiyor. Kimse kimsenin ne yaptığına dikkat bile etmiyor. Yapıtlardan da anlaşılıyor bu. Dergilerde de bu durumu önleyici bir çaba yok. Oysa dergiler, edebiyat sevgisinin buram buram tüttüğü yayın bahçeleri olmalı. Kavga, diyecek biri. Evet, kavga, ama aynı kavgayı yapan kimselerin de birbirini sevmediklerini görüyoruz.
Bir şey niçin güzeldir? Burada güzel kavramının bir sürü değişkene göre oluşan tanımını yapmaya kalkışmayacağım. Ama konumuz açısından hemen belirteyim ki, güzel denen şey biraz da o şeyi güzel bulduğumuz ya da güzel bulmaya hazır olduğumuz için güzeldir. Bir süreç içinde birçok öğe yan yana gele gele bizdeki güzel kavramını hazırlar. Kuşkusuz ki, o kavramın yıkılışı kuruluşundan çok daha çabuk olur. Yazarlarımızda çağdaşlarına karşı o yıkma eğilimini görüyoruz bugün. İşin tuhafı eskiler birbirini sevmiyor, daha eskiler de birbirini sevmiyor. Ayrıca eskiler yenileri, yeniler de daha eskileri sevmiyorlar. Bir bunalımdır bu. Diyelim bir dergide kümelenen birkaç yazar yeni bir aşamaya girmek istiyor. Diyelim toplumculuğa yöneliyorlar. Toplumcular onları selamlayacaklarına kınıyorlar. Onlar da eski arkadaşlarına veryansın etmekten geri durmuyorlar. Eski arkadaşları da artık onları yazardan saymıyorlar. Bunun sonucu olarak ortaya beklenen kadar güzel yapıtlar çıkmıyor, yazarlar kendi yeteneklerinin altında çalışıyorlar.
Anlamıyorum, yoksa burs mu veriyorlar birbirini sevmeyenlere?