Orta Asya'dan getirdiğimiz şiir her dizede hece sayısı değişebilen, ama yine de heceye dayalı bir şiirdi.
İslam'ı kabul ettiğimiz zaman Iran ve Arap şiiri aruz ölçüsü ile, bol sayıda Farsça ve Arapça sözcükler ile yazınımıza girmeye başladı.
Divan şiirine bizim klasik şiirimiz denilebilir mi?
Eski Yunan ve eski Roma şiiriyle, ortak değilse bile benzer yanları var:
Antik Yunan ve Roma şiirinde tanrılar ve tanrıçalar konu alınır. Divan şiirinde de Tanrı'ya ve peygambere övgünün yer aldığı bölümler ve dizeler var.
Antik Yunan ve Roma yazını soyluların, kralların ve kral soyundan gelenlerin yaşamlarını konu edinir. Aynı şeye divan edebiyatımızda da rastlıyoruz. Divan şairleri sultanı, padişahı, şehzadeleri, vezirleri öven şiirler yazar.
Antik Yunan ve Roma şairleri kendi anadillerinde yazıyorlardı. Pleiade Okulu'yla birlikte Fransız şiirine Yunanca, Latince ve hatta daha başka dillerden sözcükler aktarıldı. Aynı şey divan edebiyatımız için de söz konusu. Divan edebiyatı Farsça ve Arapçadan alınmış sözcüklerden oluşan, Osmanlıca denen karma bir dilin ürünü.
Antik Yunan ve Roma şiirinde, gerçek olayların yanı sıra masallara ve masal kahramanlarına da rastlıyoruz.
Divan edebiyatında da Leyla ve Mecnun türünden masallar eksik değil.
Güzelliğe övgü her iki yazının da ortak yanı.
Gerek antik Yunan, gerekse antik Roma yazını doğaya hayran. Divan edebiyatında da doğa övülür. Bir farkla: Yunan ve Roma yazınında genel, divan edebiyatında özel bir doğa var. Divan edebiyatı doğa adına sürekli gül ile bülbül benzetmelerini dile getirir. Ressammışçasına.
Divan edebiyatı adı verilen anadilimize, öz kültürümüze yabancı bu yazın Tanzimat dönemine kadar süregeldi.
Tanzimat dönemi Fransız Devrimi nin getirdiği yeni düşüncelerin, özgürlüklerin emeklediği bir dönem.
1789 Fransız Devrimi'yle birlikte soyluların (aristocratıe) saltanatı yıkılınca, onların erklerini, yaşamlarını konu alan, onları, dolayısıyla soyluları yücelten sanat ve yazın da yıkıldı, böylece Klasisizm'ın yerini, sıradan insanın yaşamını, duygu ve düşüncelerini dert edinen Romantizm aldı. Avrupa'ya kaçmış (ya da kaçmış görünen) Genç Osmanlılar her ne kadar özgürlük savaşçısı gibi görünseler de aslında karşıt sadrazamlarca desteklenen göstermelik savaşçılardı. Fransız Devrimi'nin ilkelerini henüz tümüyle özümsemiş değillerdi. Dolayısıyla yurtdışında okudukları da rastgele, kimi zaman klasik, kimi zaman romantik yapıtlardı. Çünkü, her şeye karşın, ha deyince bir önce var olan akımı ortadan kaldıramazsın. Romantizm in başlaması ve güç kazanmasına rağmen kitapçıların raflarında, özellikle trajedi türünden hayli kitaplar vardı. Özetle, Batılı yazarların Genç Türkler adını taktığı Genç Osmanlılar ne Klasisizm'i, ne de Romantizm'i doğru dürüst kavradılar.
TANZİMAT YAZINI VE KLASİSİZM
Türk yazınının Batı yazınına kapıları ilk Tanzimat
döneminde açılır. Dönemin dil bilen yazarları, çağlarına denk düşen
Klasisizm yazarlarını ve Romantizm yazarlarını okurlar, bu yazarlardan
çeviriler yaparlar.
ŞİNASİ
(1826-1871)
Arapça, Farsça ve Fransızcayı kendi çabalarıyla öğrenen Şinasi memurluğu sırasında, devlet hesabına, bilgi görgüsünü artırsın, maliye alanında bir şeyler öğrensin diye Paris'e gönderilir. Maliyecilerden çok edebiyatçılarla ilişki kurmaya özen gösterir, Fransız şair ve yazarlarından Lamartine, Ernest Renan ve Litre ile tanışır. Türkiye'ye döndükten sonra, memuriyetinin yanı sıra gazetecilik ve çeviri çalışmaları yapar. Klasik ve Romantik, Racine, La Fontaine, Lamartine, Gilbert ve Fenelon gibi yazarlardan yüz kadar şiir çevirir. Terciimanı Ahval ve Tasviri Efaar gazetelerini çıkarır. İki yıl sonra siyasi nedenlerle Fransa'ya kaçmak zorunda kalır ve gazetenin yönetimini Namık Kemal'e bırakır.
Şinasi'nin yararı yalnızca çevirileriyle, Klasik yazarların yapıtlarını tanıtma yönünde olmuştur.
NAMIK KEMAL
(1840-1888)
Tekirdağlı. Dedesinin yanında özel eğitimle Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. On yedi yaşında memur oldu. Şinasi ile tanışıp Tasuiri Efkar gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Şinasi Paris'e kaçınca gazeteyi tek başına çıkarmaya başladı. Gazete kapatılıp yazarları sürülünce Namık Kemal de Ziya Paşa ile birlikte Paris'e kaçtı. Londra'da meşrutiyeti kurmak amacıyla örgütlenen Yeni Osmanlılar Topluluğu'nun organı Hürriyet'i yayımladı. İstanbul'da döndü. Vatan Yahut Silistre adlı piyesinin halkta uyandırdığı büyük coşku ve heyecan nedeniyle Kıbrıs'ta Magosa kalesine kapatıldı. Sanıldığı gibi öyle zindanda çürümedi. Bir hayli özgürdü. Çok fazla şarap içiyordu. Abdülaziz'in ölümüyle İstanbul'a döndü. Sûrayı Devlet (Danıştay) üyeliğine getirildi. Rodos ve Sakız adalarında kaymakamlık yaptı. Sakız adasında zatürreden öldü.
Namık Kemal'in şiir ve tiyatrodan oluşma pek çok yapıtı var. Fransa'daki ve Londra'daki sürgün yıllarında, romantiklerin yanı sıra klasikleri de kısmen okuduğu yazılır. Yapıtlarında ise Klasisizm'den çok Romantizm'in etkilen görülür.
MUALLİM NACİ
(1850-1893)
Varna'da dayısının yanında okudu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi, istanbul'da gazeteciliğe başladı. Edebiyat öğretmenliği yaptı. Divan edebiyatına dönüş yapan bir neoklasiktir. Aruzu ustalıkla konuşma diline uyguladı. Anlatımda açıklığa önem verir. Kimi araştırmacılara göre en sade ve en düzgün Tanzimat düzyazısını Muallim Naci yazdı. "Köylü Kızların Şarkısı" şiiri ilk köy şiiri kabul edilir. Yapıtları şiir, eleştiri ve çevirilerden oluşur. İki de sözlüğü var.
ABDULHAK HAMİD TARHAN
(1852-1937)
Köşekapısı Mahalle Mektebi'ni (İlkokul) ve Hisar
Rüştiyesi'nı (ortaokul) bitirdi. Lise ayarındaki Paris Ecole Nationale'e
devam etti. Bitirip bitirmediğini bilmiyoruz. Dönüşünde bir süre,
bitirip bitiremediğini bilmediğimiz, lise ayarındaki Robert Koleji'ne
devam etti. Paris'te elçilik yazmanlığı, Poti (Kafkasya'da), Golos
(Yunanistan'da) konsolosluğu, Bombay (Hindistan) başkonsolosluğu yaptı.
Karısı hastalandı. Birlikte İstanbul'a dönerlerken karısı Beyrut'da
öldü. Londra ve Brüksel elçiliklerinde çalıştı. İstanbul'da öldü. Büyük
çoğunluğunu koşuk (manzum) olarak yazdığı tiyatro yapıtlarında Türk,
Arap, Asvır ve Yunan tarihinde geçen olayları konu alır. Bu yanıyla bir
neoklasık, ama öte yandan da bir neoromantiktir Abdüllıak Hamit. Ancak,
tiyatro yapıtlarını oyun tekniğine uygun yazmadığından bu yapıtlar
sahneye konulamadı.
YENi KLASİK BİR ŞAİR
YAHYA KEMAL BEYATLI
Batı kültürüyle beslendi. Yetiştiği dönem Avrupa'sında Klasisizm ile Romantizm kültüre birlikte egemendi. Yahya Kemal de böylece neoklasik ve neoromantik bir şair oldu. Az yazdı. İki şiir kitabı bıraktı: Es\i Şiirin Rüzgariyle ve Kendi Gök, Kubbemiz.
Fransız şiirini çok iyi bilen, ondan yöntem ve konu olarak etkilenen Yahya Kemal geleneksel şiire önem veriyor, Batı şiirinden yeteriyle yararlandık, tamam, ancak artık "mektepten memlekete gelelim," diyordu. Yanı "Batı bir okul, o okulda okuduk, şiir üstüne, yazın üstüne bilgiler edindik, gerektiğinde Batı'yı öykündük, ama artık edindiğimiz bilgilerden yararlanarak kökü geleneksel şiirimize dayalı memleketin şiirini, kendi şiirimizi yazalım," eliyordu.
Yahya Kemal'i bir neoclassıc (yem klasik) olarak incelemeye başlamadan önce şairin Fransız şiiri ve kültürüyle ilgili yakın ilişkilerini görelim. Yazdıklarından ve kendisiyle yapılan söyleşilerden bazı örnekler.
"Makale (yazı, yazılan) eskir ama gerçek şiir her zaman yeni olarak kalır... Bu nedenden dolayı Homeros yenidir, Virgile (Vergilius) yenidir, Gerard de Nerval yenidir."[1]
"Heredia'nın derli toplu eserlerine bağlanmak hayatımın en esaslı bir talihi olduğunu itiraf ederim. Avrupa'nın klasikleri ve romantikleri ne vücuda getirmişlerse onda sıkı bir imbikten geçirilmiş haldeydi. Latin ve Yunan şairlerinin değerlerini ondan öğrendim. Heredia'nın her sonesi üstünde bir iki ay kalıyordum. Bir soneden diğer bir soneye geçiş benim için yeni bir heyecan oluyordu. Şiirin asıl madenine elimle dokunduğumu hissediyordum (...) Heredia'yı severken eski Yunan ve Latin şiirinin zevkini almıştım. Öteden beri aradığım yeni Türkçenin yanına yaklaştığımın bu münasebetle farkına vardım."[2]
Fransız Devrimi'nden sonra Klasisizm'ın yerini Romantizm alır. Romantik Tıyatro'nun kurucusu sayılan Victor Hugo, Yahya Kemal'i de etkiler.
"1910'da Brötanya'nın (Fransa'daki Bretagne bölgesi) Roskof şehrinde iken 'Açık Deniz'e başladım. Yazılışı 1925'te bitince yayımladım. O zamana kadar bizim şiirimizde sonsuzluk konusu işlenmemişti. Hugo ve Vigny sonsuzluğu en iyi dile getiriyorlar. Bu Byron'da da var (...) Bu konuyu en çok Hugo işlemiş. Onun 200'den fazla deniz ve sonsuzluğa ait şiiri var. İçlerinde en güzeli Oceano Nox, 'La Nuitsur L'Ocean' (Okyanusta Gece)."[3]
Yahya Kemal'in diğer Fransız şairleriyle yakınlaşmasını da görelim: "Llugo'dan sonra Theophile Gautier'yi ve De Banville'i sevdim (...) Charles Baudelaire'ın şiirlerini tattım. Paul Verlaıne'i başka bir zevkle sevmeye başladım (...) Maeterlinck ve Verhaeren gibi şairleri yakından biliyordum, lakin zevkim, bütün bu şairlere oranla çok geri sayılan Jose Maria de Fleredia üstünde durmuştu."[4]
Yahya Kemal, daha önce de aktardığımız sözleri ve düşüncesiyle Heredia'yı Avrupa'nın, aslında Fransa'nın Klasikleri ve Romantiklerini imbikten geçirdiği için seviyordu. Latin ve Yunan şairlerinin değerlerini ondan öğrenmişti.
Şair burda neoklasisizm'e örnek vereceğimiz Eski Şiirin Rüzgarıyla ilgili şunları söyler: "Eski tarzda gazel yazarken, yeniye gitmiş son elli sene içindeki şairlerimizin zıddına olarak ben yeni tarzdan eskiye geçmiş göründüm (...) Özellikle Verlaine'in Fetes Galantes ını' (Çapkın Törenler) çok beğenmiştim. Şair orada eskiyi dile getirir. İşte bunun üzerine ben de kendi edebiyatımızda denemek istedim. Ve yüz kadar gazel ve rubai yazdım."[5] Bir başka yazısında da Verlaine'in Çapkın Törenler de eski sözcükler kullandığını, bunun üzerine kendisinin de Farsçasını, Arapçasını ilerlettiğini vurgular. Önce bir saptama yapalım:
Fransızca hiçbir zaman Türkçenin karşılaştığı dil karmaşasını yaşamadı. Eski Fransızcayla yeni Fransızca arasındaki ayrım sözcüklerin farklı olmasından değil, aynı sözcüğün farklı yazılmasından doğar. Bu da ileri düzeyde değil. Örneğin bazı sözcüklerden "s" atılır, yerini bir önceki sesli harf üstüne konan şapka , accent circonflex) alır. Buna benzer az sayıda değişen bazı yazım kuralları daha var. Ayrım daha çok yazım kurallarına değgin. Demek ki Yahya Kemal'in eski dille gazel yazma arzusu onun divan edebiyatına, Nedim ve Fuzuli gibi divan şairlerine hayranlığından kaynaklanır. Nasıl Fransa'nın klasik şairleri öz ve biçim yönünden antik Yunan ve antik Roma şairlerini öykündülerse Yahya Kemal de aynı şekilde, Eski Şiirin Rüzgariyle'de bizim için klasik sayılabilecek divan edebiyatını öykünür.
Tıpkı klasikler gibi eski çağların aşklarını dile getirir, eski çağlara özlem duyar:
"Gönül o afete meftundu Lale devrinde
Ki verdi şanü şeref yalü bale devrinde."
Kendi Gök Kubbemiz adlı şiir kitabında da Yahya Kemal'in eski zamanlara, Osmanlıların saltanat dönemlerine taşındığını görüyoruz: "Balkan şehirlerinde geçerden çocukluğum/ Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum/ Kalbimde vardı Byron'u bedbaht eden melal/ Gezdim o yaşta dağları hiilyam içinde lal/ Aldım Rakofça fırlarının hür havasını/ Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını... "
Eskiye özlemini dile getiren Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı kitabının kapağını açar açmaz Selimname bölümü ve Yavuz Sultan Selim'in cenklerini anlatan şiirlerle karşılaşırız: "Çaldıran", "Mercidabık", "Ridaniyye". Sonra İstanbul yaşamını, eski Osmanlı saltanatını anlatan ve öven gazeller. Vezirlere övgüler: "Gedik Ahmed Paşaya Gazel", "Fazıl Ahmed'e Gazel" gibi. Nasıl Avrupa klasikleri antik Yunan ve antik Roma tarihine ve mitolojisine eğilmişlerse Yahya Kemal de Leyla ve Mecnun gibi, divan edebiyatının Fars ve Arap edebiyatından aktardığı mitolojik kişiliklere yer verir. Yalnız "öz"de değil "biçim"de de Klasisizm'e yönelir. Kaside, gazel, musammat, taştir, şarkı ve kıt'a türlerini dener.
Şairin ikinci kitabı Kendi Gök{ Kubbemiz de Klasisizm ve Romantizm iç içe geçmiş halde. Nitekim, Yahya Kemal'in şiir üstüne yazdıklarını okuduğumuzda onun şiirinin temelini de Klasisizm'le Romantizm'in birlikte oluşturduğunu görürüz: "Heredia'nın derli toplu eserine bağlanmak yaşantımın en şanslı dönemi oldu. Avrupa'nın klasikleri ve romantikleri neler yaratmışlarsa onda sıkı bir imbikten geçirilmiş haldeydi. Latin ve Yunan şairlerinin değerlerini ondan öğrendim (...) Heredia'yı severken eski Yunan ve Latin şiirinin zevkini almıştım."
Yahya Kemal'in bütün şiirlerini bir araya getiren Es\i Şiirin Rüzgariyle ve Kendi Gök Kubbemiz adlı kitaplarında neoclassisme'e örnek gösterebileceğimiz hayli şiir var. İki örnek vermekle yetinelim:
BİR SAKİ
O muğbeçeyle tanıştmıdı Lale Devri'nde
Fütadeganına son bir piyale devrinde
On altı yaşına dahil o sûhi Sa'dabad
Cihanı verdi idi ihtilale devrinde
Lisanı şivei Şiraz'dan nümûne idi
Acemperestii Rûm'un imale devrinde
Teferrüd etmedi derler naziri bir saki
Cem'in şeririne calis sülale devrinde
Kemal Kasrı Cinan içre serbeser bir şeb
O muğbeçeyle tanıştımdı Lale devrinde
Günümüz Türkçesiyle:
BİR SAKİ
O garson oğlanla tanıştımdı Lale devrinde
Elinden içki içtim son piyale devrinde
On altı yaşındaydı o Sadabad güzeli
Cihanı verdi idi ihtilale devrinde
Dili sanki Şiraz'dan örnek idi
Anadolu'nun Acem'e eğilimi devrinde
Tek ve tenha kalmadı böyle bir saki derler
Cem'in tahta çıktığı sülale devrinde
Kemal Cennet Köşkü ile baş başa bir gecede
O garson oğlanla tanıştımdı Lale devrinde.
Ülkemizde Türk Dil Kurumu'nun kurulduğu, köy öğretmenlerimizin,
görevlerinin yanı sıra bulundukları çevrelerde kullanılan ama kent
dilinden sürülmüş sözcükleri derlediği, yazarların dili arılaştırmak
için seferber olduğu o günlerde Yahya Kemal, ancak Fars, Arap ve Osmanlı
şiirini araştıranların işine yarayacak ve okuyabilecekleri bu tür
şiirler yazıyordu. Kendinden sonraki kuşağın şairleri, örneğin Ece Ayhan
ve ondan görerek Hilmi Yavuz bu şiirdeki "verdi idi" kakafonisini
şiirlerine aktarıp Yahya Kemal'i alaya aldılar. Şairin ilk kakafonisi
değil bu. Ahmed Haşim "O şafak vaktinin Cihangiri" dizesini ördeğin
vakvaklamasına benzetir. Ayrıca şiir içerik yönünden de gariplik
taşıyor. Garsonlara sulanıyor şair. Şiirdeki "muğbeçe" kadehlere içki
dolduran, sakilik yapan meyhaneci çırağı, günümüzdeki adıyla garsondur.
Bir diğer şiiri:
Mamur’dan Gazel
Gördüm ol meh duşuna bir şal atup lahûrdan
Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nurdan
Nerdûbanlar bûsişi nermini damanıyle mest
İndi bin işveyle bir kaşanci fağfurdan
Atladı dümen tutup üç çifte bir zevrakçeye
Geçti sandım mahı nev ayinei billurdan
Halkı Sa'dabad iki sahil boyunca fevc fevc
Va'dei teşrifine alkış tutarken dûr'dan
Cedveli Sim'in kenarından bu avazın Kemal'in
Koptu bir fevvarei zerrin gibi mahûrdan
Günümüz Türkçesiyle
Mahur’dan Gazel
Gördüm o ay omzuna bir sal atıp lahurdan
Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nurdan
Merdivenler eteğinin yumuşak öpüşüyle mest
İndi bin işveyle bir çinili güzel evden
Atladı eteğini tutup üç çifte kürekli kayığa
Geçti sandım yeni ay kristal bir aynadan
Sadabat'takiler iki kıyı boyunca kısım kısım
Onun gelişine alkış tuttular uzaktan
Gümüş Kartal'ın kıyısından bu avazın Kemal
Koptu altın fıskiye gibi mahur'dan.
"Mahur" bir müzik türü.
Yahya Kemal'in Kendi Gök Kubbemiz'deki kimi "neoklasik", kimi "neoromantik" şiirlerinin dili böylesine anlamsız, böylesine ağır Osmanlıca değil.
Gariptir, burnunun dibinde kendi halkı ve onun dili dururken, şiirinin dilini Fransız şairlerinde aramış: "Heredia'yı severken eski Yunan ve Latin şiirinin zevkini almıştım. Öteden beri aradığım yeni
Türkçenin yanına yaklaştığımın bu münasebetle farkına vardım."[6]
*
Özünde Türk yazını, Fransız yazınını geniş ölçüde öykünmesine rağmen, edebiyat akımları ve okullarını düzenli bir şekilde izlemedi. Kimi dil bilen şairlerimiz sevdiği ve en çok okuduğu bir Fransız şairinin ardına takılmak ve onu öykünmekle yetindi. Böylece akımlardan önce zamanlı zamansız, şu ya da bu akımın ve okulun yabancı şairleri ve düz yazarları girdi yazınımıza.
[1] Yahya Kemal, Scrmct Sami Uysal, s. 96.
[2] Hatıralarım, Yahya Kemal, s. 1 OH.
[3] Yahya Kemal, S. S. Uysal, s. 115.
[4] Hatıralarım, Yahya Kemal, s. 106-107.
[5] Yahya Kemal, S. S. U., s. 92.
[6] Hatıralarım, Yahya Kemal, s. 188.